15 Ekim 2011 Cumartesi

Dolar, Altın, Kriz: Paranın Siyasi Teorisine Doğru


Paranın ne olduğu ve işlevlerinin neler olduğu üzerine rivayetler muhtelif. İktisat teorisi, türlü matematiksel modellerle bir "pozitif bilim" olma iddiasını kanıtlamaya çalışsa da, tüm ekonominin üzerine yükseldiği zemin olan paranın detaylı bir analizini hanüz yapabilmiş değil. Bu mesele, kriz dönemlerinde daha yakıcı hale geliyor ve sorun şu düzeye gelip takılıyor: Dolar mı, altın mı?


Paranın gelişimi ile ilgili liberal teoriler, paranın mübadele ilişkilerini kolaylaştırmak üzere türetilen bir ölçü birimi olduğu şeklinde özetlenebilir. Hatta Keynes'e kadar panın bir ekonomi politikası olarak kullanılmasına bile olumsuz bakıldığını söyleyebiliriz. Ancak ana akım iktisadın dışına çıktığımızda, Marks'ın açıklamaları ile karşılaşıyoruz. Marks, para analizini, ortaya koyduğu genel anlizinin içine yerleştiriyor. Bu sayede para, meta ve emek gücü arasındaki bağlantıları kurarak meseleyi açıklıyor. Böyle bakıldığında, Marks da, aslında liberal iktisatçılardan çok da farklı olmayan bir şekilde, paranın mübadele ilişkilerinin sistematik hale gelmesiyle ilişkilendirerek açıklıyor. Paranın ne olduğu sorusuna çok daha detaylı bir cevap veriyor.

Marks, emeğin ikili doğasından, yani soyut emek ve somut emek kategorilerinden hareket ederek, metanın ikili doğasına, yani kullanım değeri ve değişim değeri kavramlarına yöneliyor. Para ise burada, değişim değeri yaratan soyut emek kategorisi ile bağlantılı olarak gelişiyor. Marks'ın analizinde para, liberal yaklaşımın aksine meta mübadelesini mümkün kılan unsur olarak ele alınmıyor. Tüm metaların insan enerjisinin somutlaşmış biçimleri olması, şeyler arası mübadeleyi mümün kılan unsur olarak görülüyor. Para ise, soyut emeğin ya da değişim değerinin bir biçimi olarak tanımlanıyor.

Ancak hayat, teori kadar pürüzsüz değil! Marks'ın teorisi, diğer dönemdaşları gibi, paranın da bir meta olarak değerlendirilmesine dayanmaktaydı. Bu durumda, kendisi de bir meta olan paranın kendisinin değeri de, paranın üretilmesi için gerekli olan emek zamanı ile ölçülüyordu. Ancak, para, maddi özünden sıyrılırsa ne olur? Emek değer teorisi hala geçerli olur mu? Yoksa parayı açıklamak için başka yaklaşımlardan destek mi almak gerekiyor? Bu sorular, Bretton Woods sisteminin yılıkışından bu yana yani yaklaşık 40 yıldır tartışılıyor ve henüz üzerinde uzlaşılmış bir teori yok.

Burada, ilk yaklaşım (ortodoks Marksistler ve bazı liberaller burada değerlendirilebilir), para-metanın (altın) hala varlığını sürdürdüğünü ve altın fiyatlarının izlenmesiyle bunun görülebileceğini ileri sürüyor. Gerçekten de aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi altın fiyatarı ile ekonomik krizler arasında bağlantılar kurabilmek mümkün.
Bir diğer yaklaşım (analize daha çok devleti sokan Marksist ve post-keynesyen yaklaşımlar) ise, meta-paranın artık varlığını sürdürmediğini, ancak meta-paranın gördüğü işlevin artık devlet tarafından üstlenildiğini ileri sürmekte. İkinci yaklaşım, altının gördüğü çıpa etkisini, ekonomik birimlerin kararlarını ayarlayacakları bir referans noktası ya da bir sabite olarak değerlendirecekleri bir ölçüyü artık devletin, merkez bankaları aracılıyla yaratmaya çalıştığını ileri sürüyor. Bu yaklaşıma göre, merkez bankalarının bağımsızlaşarak siyasi iktidarların müdahale alanlarının dışına çıkarılmak istenmesinin nedeni, tam da devletin üstlendiği bu işlevin sonucu.

Ancak para konusunda tartışmalar süredursun, kesin olan şey, uluslararası para sisteminin 1970'li yıllardan bu yana krizde olduğu ve bu krizin, bir daha genel anlamda uluslararası sistemdeki bir hegemonya krizi ile bağlantılı olduğudur. Bu genel krizin özel hali ise içinden geçmekte olduğumuz krizde yaşanıyor.

Galiba, güncel krizi anlamak için yukarıdaki tartışmaları da akılda tutarak, "paranın siyasi teorisi" üzerinde biraz daha durmaya ihtiyaç var.

7 Ekim 2011 Cuma

Dünya'nın Krizi, Doların Yükselmesi: Müdahale Nereye Kadar?

Obama'nın açıkladığı plan hala uygulamaya geçmedi. Avrupa'da merkez bankası "genişleyici önlemlere devam" dedi. Yunanistan'da Troyka görüşmelerinden beklenen sonuç çıkmadı. Uzun süredir bekleyen İngiltere de sonunda oyuna dahil oldu. Krizin etkisiyle ABD-Çin ilişkileri giderek geriliyor. Ve Türkiye'de merkez bankasının müdahaleleri devam ediyor. Evet, nerede kalmıştık?


Eylül ayının ortalarında açıklanan Obama'nın kriz karşıtı planını daha önce değerlendirmiştik. Plan hala yürürlüğe girmedi ve Obama, Kongre üyelerine, planın onaylanmaması durumunda ikinci dip senaryolarının gerçekleşeceği ve işsizliğin daha da artacağı konusunda uyardı. Tabii, Obama bir yandan yaklaşan ABD seçimleri için endişeleniyor, diğer yandan da ABD için çok da alışkın olunmayan bir şekilde de gelişen Occupy WallStreet hareketinin yükselttiği baskı nedeniyle endişeleri daha da artıyor.


Avrupa'da ise, durum daha da kötüye gidiyor. Özellikle hafta başında "Yunan etkisi" ile batma noktasına gelen ilk büyük banka olan Dexia vakasından sonra, gözler diğer bankaların pozisyonlarına çevrilmiş durumda. Ancak Fransız ve Belçika hükümetleri tabii ki, bankanın batmasına izin vermeyecekleri konusunda piyasalara güven telkin ettiler.

ECB ise Trichet'in başkanlığı döneminin son toplantısında faiz indirimine gidilmeyeceği ancak, parasal genişleme sürecine devam edileceğini ilan ederek, özellikle sıkıntıya giren ülke ve bankaları fonlayacağını ilan etti.

İngiltere ise, ilan ettiği ikinci parasal genişleme programı ile müdahaleci merkez bankaları arasına katıldı. Buna göre BoE başkanı King, yaşanan krizin 1929 krizinden bu yana karşılaşılan en büyük kriz olduğunun altını çizerek, bu süreçte genişleyici para politikasının uygulanacağını ilan etti ve geçtiğimiz yıl ilan edilen 200 milyar Pound'luk ilk parasal genişlemeden sonra bu yıl da 75 milyar Pound'luk bir müdahale ile piyasayı fonlayacaklarını duyurdu. Böylelikle Cameron hükümetinin geçtiğimiz dönemde uyguladığı harcama azaltıcı ve vergi artırıcı önlemlerin tersine bir şekilde krizden çıkış için genişleyici bir politika izleneceği açıklanmış oldu. Bu arada bugün Moody's tarafından 12 İngiliz finansal kuruluşunun kredi notunun düşürülmesi, alınan bu tedbirlerin gerekçelerini açıklar nitelikte.

Geçtiğimiz günlerde gündeme gelen bir diğer önemli tartışma başlığı ise, ABD Kongresine gelen bir yasa taslağı ile ilgiliydi. Taslağa göre, ABD Çin'i doğrudan telafuz etmese de, paralarını bilerek değersiz tutan ülkeler ile yapılan ticarette ek dış ticaret vergileri konulabileceğini ilan etti. Tabii ki, Çin'in buna tepkisi sert oldu: Bu bir ticari savaş nedenidir!

Son olarak Türkiye'ye baktığımızda, hafta başından beri merkez bankasının dolara müdahalesi ile ilgili haberlerin gündemi oluşturduğunu görüyoruz. Evet, merkez bankası, Dolar'ın 1.90'lar seviyesine gelmesi üzerine güçlü bir şekilde piyasaya müdahale ederek doğrudan döviz satışına başladı. Buna ek olarak zorunlu karşılık oranlarını da indirerek dolar alım müdahalesini desteklemeye çalıştı. Peki merkez bankası ne yapmak istiyor? Ya da dolar neden yükseliyor?
Merkez bankası aslında daha önceden izlediği strateji ile uyumlu olarak, TL'nin daha fazla değersizleşmesini önleme amaçlı hareket ediyor. Ancak burada tartışılan konu, merkez bankası rezervlerinin, kriz süresince TL'yi güçlü tutmaya yetip yetmeyeceği.
Meseleyi şöyle değerlendirebiliriz. Doların yükselmesinin ya da TL'nin değersizleşmesinin gerisiineki temel neden, 2001 sonrası izlenen birikim stratejisinin kendi içsel çelişkilerinin açığa çıkmasıdır, diyebiliriz. Buna göre modelin en temel çelişkisi, yüksek cari açık vermesiydi. Bu açık, "normal" zamanlarda sermaye akımları sayesinde çok da zorlanılmadan kapatılabiliyordu. Ancak kriz döneminde bu sermaye akımlarının yavaşlaması başgösterdiği anda, cari açık daha önemli bir problem olarak ortaya çıkıyor.

Örneğin şu andaki ithalat ve ihracat oranlarına balarsak, her ay ortalama 6-7 milyar dolarlık bir açık olduğunu görebiliriz. Daha önceden bu miktarın Türkiye'ye girişinde bir sorun olmazken, şimdi yaşanan yavaşlama, doların TL karşısında değer kazanmasının temel nedeni olarak görülebilir. TL'nin değersizleşmesinin böyle bir yapısal nedeni varken merkez bankası müdahaleleri bu süreci ne kadar etkileyebilir? İşte şu anda bankanın ve aslında Türkiye ekonomisinin karşılaştığı en önemli soru bu.

İşin bir diğer yanı, yine merkez bankasının kriz sürecine faiz indirimine başvurarak, genişletici bir politika uygulamak zorunda kalmasıdır. Buna göre daha önceki dönemde yüksek faiz, sıcak para girişlerinin temel motivasyonu iken, bunun kriz sürecinde sürdürülemez olması, girişleri azaltmaktadır. Vurgulanması gereken bir başka nokta, faizlerin hala dünya ortalamasının çok üstünde seyretmesine rağmen, kriz dönemine artan risk primi nedeniyle, yabancı yatırımcıları cezbedecek bir seviyede olmadığıdır.

Dolyısıyla, kriz nedeniyle cari açığın karşılanmasında ortaya çıkan problemler ve yine kriz nedeniyle faiz oranlarının düşürülmesi, TL'nin değersizleşmesinin gerisindeki temel nedenler olarak görülebilir. Tabii ki, meselenin dış boyutu da var. Dolar, herşeye rağmen, hegemonik para olma işlevi nedeniyle, kriz dönemlerinde güvenli liman olma özelliği taşıyor ve özellikle FED'in parasal genişlemeye gitmemesi, bu özelliğini şimdilik de olsa korumasını sağlıyor. Ancak kriz derinleştiğinde ve FED'in yeni bir parasal genişleme politikası uygulayacağını ilan ettiğinde bu durumun da değişeceğini söyleyebiliriz.