22 Mart 2012 Perşembe

Krizi Fırsata Çevirmek: Yeni Avrupa ve "Alman Modeli"

Geçtiğimiz yılın ortalarından itibaren yoğunlaşan ekonomik kriz Avrupa coğrafyasını terk etmiyor. Bir yandan yükselen bir "Alman modelinden" söz edilirken, diğer yandan da Yunanistan'ın iflasının ardından diğer "çevre" ülkeler iflas tehdidi ile sermaye lehine yeniden yapılandırmalara maruz kalıyor. Sonuç: Yeni bir Avrupa kuruluyor ve orada "emeğin" sözü yok!


 Ekonomik kriz ve krizden çıkış için önerilen politikaların krizi nasıl derinleştirdiğine daha önce değinmiştik. Şimdi bu politikaların sonuçları yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Yunanistan'daki iflasın ardından, Yunan halkının orta vadedeki geleceği, kendi yaratmadıkları borçları ödemekle geçecek. İngiltere'den sonra İrlanda da remi olarak resesyona dirmiş durumda. Bu iki ülkeden farklı olarak Portekiz ise, Yunanistan ile benzer bir şekilde iflasın eşiğinde duruyor. Ancak tüm bu gelişmeler yaşanırken, süreç, krizden çıkış için önerilen neoliberal politikalar tarafından şekillendiriliyor. Bunun anlamı ise, sermayenin krizi fırsata çevirip, süreci kendi öncelikleri doğrultusunda belirlemesi.

Bu noktada, kriz sürecinde dahi ekonomik büyümesini sürdüren ve istihdam kaybı yaşamayan Almanya, yeni bir "model" ülke olarak gösterilmeye başlandı. "Alman modeli" ile ilgili geniş bir tartışma, sonraki yazılarımızda olacak. Ancak ilk elden söylenebilecek olan, modelin bir "sermaye modeli" olduğu. Gerçekten de bu "başarı hikayesinin" gerisine bakıldığında, istihdam edilenlerin niteliğinde radikal bir değişim yaşandığı görülebilir. Daha önceden tam zamanlı, sigortalı, sendikalı olarak çalışan Alman "sosyal modeli", 2000'li yıllarla beraber giderek yarı-zamanlı çalışmanın dramatik bir şekilde arttığı bir modele doğru evriliyor. Bunun anlamı ise, Alman çalışanlar açısından hiç de olumlu değil. Sosyal hakları kısıtlanıyor, reel ücret, ekonomik büyümenin çok altında kalıyor ve geniş kitleler güvencesiz çalışma şartlarına mağruz kalarak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla yeni Avrupa'nın yükselen modelinin gerisinde çalışanların üzerindeki kontrol mekanizmalarını daha güçlendirmiş olan Alman sermayesinin artan rekabet gücü yatmakta. Yani çalışanların düzenli ve güvenceli işlerden, yarı zamanlı ve esnek çalışma biçimlerine yönlendirilmesi, modelin gerisinde yatan en önemli neden. Dolayısıyla, Almanya önceki dönemde sosyal demokrasinin ve "Sosyal Avrupa'nın" modeli iken şimdi, "Neoliberal Avrupa'nın" simgesi durumunda.

Model rebaketçi Almanya olunca, diğer ülkelerin de krizden çıkış için bunu izlemeleri öneriliyor. Zira kamu borcu ya da ödemeler dengesi sorunu yaşayan ülkelerin, rekabet güçlerinin eksikliğinden dolayı dış açık verdikleri, bunun ise, "istikrar" tedbirleri sayesinde yeniden "normale" dönebileceği öğütleniyor. Bir anlamda sermaye, kriz sürecini, çalışanların haklarında kısıtlamalar yaparak lehine çevirme stratejisini sürdürüyor. Tıpkı 2001 ve 2008'de Türkiye'de olduğu gibi.

Sonuç olarak karşımızda, parçaları yavaş yavaş yerine konulan bir puzzle gibi beliren bir yeniden yapılandırma süreci var. Parçalar tamamlandırğında ise karşımızda artık Alman modeli çerçevesinde yeniden yapılandırılan yeni bir "Neoliberal Avrupa Birliği" olacak. İşin kötü tarafı, nasıl Alman modelinde, Alman çalışanların sözü yoksa, yeniden yapılandırılan her bir ülkede de o ülke çalışanlarının sözü olmayacak. Diğer taraftan tabii ki, tüm bunlar, sonuçları önceden belirlenmiş süreçler olarak yaşanmıyor. Topun ağzında olan Portekiz'de bir yılda üçüncü kez yaşanan genel grev ya da Alman kamu çalışanlarının grevlerine bakıldığında, süreci bir kez daha kendi haklarına sahip çıkanların mücadelesi belirleyecek.

15 Mart 2012 Perşembe

yunan borç takası utangaç temerrüde dönüştü

Yunanistan borçlarının tamamını ödeyemeyeceğini takas girişiminde bulunarak ilan etti. Gerçekleşen takasta Yunan hükümeti, ulusal hukuka göre çıkartılan tahvillerle ilgili olarak kolektif eylem maddesini uygulayacağını açıklayarak bu şekilde çıkartılan tahvilleri ellerinde bulunduranların % 85’lik katılımını (152 milyar avro) % 100’e tamamlama gücünü kullanacak. Bu nedenle gerçekleşen işlem gönüllü bir takas olmaktan çıktı. Başka bir hukuki sisteme göre çıkartılan tahvillerde katılım % 69 olarak (20 milyar avro) gerçekleşti ve 9 milyar Avro değerinde tahvil tutanların kredi temerrüt takasının (CDS) getirdiği olanaklardan faydalanması bekleniyor. Yani, borcu temerrüde karşı sigortalamış olanlar, zararlarını sigorta yaptırdıkları finansal aracı şirketlerden alacaklar. Uluslararası Takas ve Türev Derneği bunun bir temerrüt durumu olduğunu tescil etti. Belirlenecek dönüştürme oranına göre CDS sahipleri takasa katılmayarak karlı bir pozisyonda kalmış olacaklardır. Bu aynı zamanda sınırlı bir kamu borcu CDS testi, birkaç milyar dolarlık bir CDS ödemesinin sigorta yaptıranlara sorunsuz bir şekilde ödenmesi bekleniyor.


Bu takasta anaparanın % 53,5’inin silinmesiyle tahmini indirim (saç kesimi) oranının %75’e varması bekleniyor. % 75 takasa söz konusu olan toplam 206 milyar avro üzerinden değil gelecekteki gelir akımları üzerinden yapılan bir hesaplama. Yüksek faiz ödemeleri nedeniyle örneğin 2020’de 350 milyar avro olacak tahvil tutarının sadece bir çeyreğinin ödenecek olması durumunu işaret ediyor. Malumun ilanı gibi görünse de tekrarlayalım: Borç takasının Yunanistan’daki gibi yüksek bir indirimi gerçekleştirebilmesi ancak o ülkenin borçlarının ödenemeyecek olması, takasın temerrüde dönüşmesi, durumunda gerçekleşebilir ki bu da Avrupa Birliği teknokratlarının en başından beri engellemeye çalıştıkları bir durumdu. Aksi takdirde borcun vadesinin uzatılması Arjantin’de 2001’de Mega Canje örneğinde olduğu gibi borç yeniden yapılandırmalarının ilerleyen dönemde tekrar gündeme gelmesini ya da daha yüklü bir faturanın ortaya çıkmasını engellemez. Türkiye örneğindeki 2001 takası da Yunan takasının yanında deve de kulak kalsa da bankaların açık pozisyonlarının kapatılması ve döviz kuru riskinin olduğu gibi Hazine’nin üzerine yüklenmesiyle borç ötelemenin gerçekleşmesini sağlamıştı. Yunan örneğinde ortadaki yekûnun aslında çok daha fazla olduğunun anlaşılması, Eurozone kurtarma paketlerine karşın Yunan borcunun yüksek faiz nedeniyle birikmeye devam etmesi ve borcun GSYH’ye oranının ekonomideki şiddetli daralma nedeniyle aşırı şişmesi bu temerrüdü zorunlu kıldı. Aksi takdirde bankaların ya da özel sektörün böyle bir indirime tahammül etmesi mümkün değildi. Basitçe ifade etmek gerekirse yeni kağıtlarla finansal yatırımcıların kendilerini daha güvende hissetmesi sağlanacak. Bunu sağlamak için örneğin Gulati ve Zettelmeyer Yunan hukukuna göre değil de İngiliz hukukuna göre çıkartılan tahvillerin takasta yatırımcıya sunulmasını önerdiler.

Takaslar için bir genellemede bulunacak olursak şunu söyleyebiliriz: Borcun geri ödenme ihtimali olduğu müddetçe takas daha uzun vadede daha yüklü bir faturanın kesilmesi anlamına gelir. Bu faturanın şişkinliği uluslararası finansal gelişmelere bağlı olarak belirlenecektir. Yunanistan’da borcun ödenemeyeceğini 2011 itibariyle herkes biliyordu. Buna ülkede merkez partilerin aşırı güç kaybı, ardı arkası kesilmeyen eylemler ve solun farklı kesimlerinden komünistlerin toplamda % 20’yi geçen bir desteğe ulaşmasını da eklersek bu “kredi olayının” bütün arzu edilmezliğine karşın neden yine de IMF başkanı Lagarde gibilerinde bir rahatlama duygusuna yol açtığını anlayabiliriz. Borcun silinmesindense kısmen tahsil edilmesi ehven-i şerdir.

Her borç yapılandırması bir laboratuvar sunuyor. Yunan borcunun vadesi 30 yıla varan tahvillerle yeniden yapılandırılması ikili bir düğüm (perçinleme) girişimi: uzun yılları kapsaması öngörülen ve Yunan halkına takılan bir boyunduruğun düğümünün atıldığına şahit oluyoruz. Bu düğümden sadece borçların ödenmemesi sayesinde kurtulunabilir. Bugün söz konusu olan ise utangaç temerrüttür. İkinci düğüm finansal yatırımcılar ve sıradan vatandaşlar açısından farklı deneyimlenmekle birlikte Yunan borcu gibi karmaşık bir sorunun çözülme aşmasına gelmesinin piyasaya bağlılık duygusunu perçinlemesi, başka bir ifadeyle piyasayla göbek bağımızı düğümlemesi. Bankaların bilançolarına kayıp yazması, Yunan borcundan kaynaklı kayıpların hesaplanarak buna göre bir portföy oluşturulması için iki yıl yeterli bir zamandı. Ellerinde CDS tutanlar dahi baz puan yükseldiğinde ellerindeki sözleşmeyi devrederek kar elde edebilirler. Her borç yapılandırması aynı zamanda finansal yatırımcılara yapılandırmanın çeşitli aşamalarında karlı pozisyonlar edinme imkânı sunduğundan homojen olmayan bir yatırımcılar bütününün bu süreçten farklı etkilenmesine karşın krizin piyasadaki aksaklıkları düzeltecek bir arızi durum olduğu inancı yayılmaya devam ediyor. Sıradan vatandaşlar içinse mekânsal bir ayırımla durumu özetleyebiliriz. Türkiye gibi ülkelerde Yunanistan kötü örnek olarak pazarlanır ve hükümetin harcama politikalarına itiraz karşısında “onlar gibi mi olalım?” sorusuyla gündeme gelirken, Yunanistan’da bir ön devrimci duruma karşın borç ödememe iradesinin hâkim olmaması başka bir çarenin olmadığına yönelik inanç üzerinden piyasa ilişkilerine tabiiyeti perçinliyor.