23 Ocak 2013 Çarşamba

Kur Savaşları: Yine ve Yeni


Brezilya Maliye Bakanı Mantega 2010 yılında kur savaşlarının geri döndüğü fikrini ortaya attığından beri aralıklarla bu durum konuşuluyor. Bir ülkenin rekabet gücünü korumak – arttırmak ve daha dar anlamda ihracatı arttırmak için başvurabileceği yöntemlerden birisi olarak kabul edilen para değerini düşürmenin başka ülkeler tarafından da uygulanması ve karşılıklı devalüasyonların birbirini takip etmesi anlamına gelen kur savaşlarını Mantega’nın vurgulaması, miktarsal kolaylaştırma adı verilen para politikasının birçok ülkede para birimi değerini düşürme isteği doğuracağına inanmasına bağlıydı. 


Kur savaşlarının en son geçtiğimiz hafta tekrar gündeme gelmesinde birçok Merkez Bankası’nın paranın değerlenmesine izin vermeyecekleri ve gerektiğinde müdahalede bulunacaklarına dair açıklamalarının etkisi var. Bu açıklamaların en önemli nedeni ise ekonominin baş aşağı gittiği ve büyüme performansının umut vaat etmediği durumlarda kendisini daha avantajlı konuma getirmek isteyen sermaye gruplarının ve kriz yönetimi konusunda ellerinden pek bir şey gelmeyen teknokratların ve politika yapıcılarının para değerini düşük tutmaya başvurmak zorunda kalınabilecek bir araç olarak bakmaları.

Son haftalarda Japon Başbakanı Shinzo Abe, para değerinin düşmesi konusunda Japonya Bankası’ndan yardım istedi. Eurogroup başkanı Jean-Claude Juncker Avro’nun değer kaybetmesinin iyi olacağını açıkladı. Kısa süre önceki Yunan borç operasyonu ve Avrupa mali ve ekonomik bütünleşmesinde bir gerilemenin olmayacağı yönlü beklentiler İtalyan ve İspanyol tahvillerinin getirilerinin düşmesine vesile olmuş, Avro’nun değerlenmesine de yol açmıştı. Rusya Bankası’ndan Alexey Ulyukakev Japonya’daki gelişmelerin çeşitli devalüasyonlar tarafından takip edilebileceğini açıkladı, Çek Cumhuriyeti’nde koruna’nın değer kaybetmesi için müdahale edilebileceği konuşuldu.

Ekonomi alanında komşunun kuyusunu kazmak (beggar thy neighbour) olarak adlandırılan bu yönelim zaman zaman daha büyük bir bütünleşme karşısında ulusal çıkarların savunulduğu şeklinde yorumlanıyor, popüler söylemlere zemin kazandırarak korumacı politikaların daha yüksek sesle dillendirilmesine yol açabiliyor. Ancak 1930’lar dünyasındakine benzer bir “görüyorum ve arttırıyorum” devalüasyonlarını beklemek safdillik olacaktır. Daha ziyade Avro’ya dahil olmama kararı vermekle övünen Tony Blair ve Gordon Brown’un temsil ettiği çizgiyi “AB’den çıksak daha iyi olabilir” noktasına götüren Britanya Başbakanı Cameron’un referandum önerisine benzer siyasi manevralar ve kurumsal bağımsızlığını kazanmış Merkez Bankalarıyla hükümetler arasında gerilime yol açabilecek bir “nasıl müdahale” tartışması beklemek gerekiyor. Ayrıca kura müdahalenin son derece sınırlı ve geçici etkiler yaratacağı konusunda piyasa hakimiyetini kabullenmiş bir ekonomi teknokratları zümresinin birçok ülkede iş başında olduğunu unutmamak gerekli.

2013’teki kur savaşları, küresel finansal krize merkez ülkelerde verilen miktarsal gevşeme tepkisinin uzantısı gibi görünüyor. Sermayenin daha karlı mecralara akışı sonucu “yükselen piyasa” olarak adlandırılan ve daha fazla gelişme potansiyeli vaat eden ülkelerin para birimleri değerleniyor. Bu ülkeler rezerv birikiminde bulunurken ve  aşırı değerlenme ve bunun yaratabileceği cari açık gibi sorunlarla boğuşurken enflasyonist bir baskı yaratmadan kendi para birimlerinin değerini düşürmenin yollarını arıyorlar. Öte yandan gelişmiş kapitalist ülkelerdeki teknokratlar da kendi ülkelerinde, diğer ülkelerde tahvil alımı yoluyla piyasada dolaşan paraya müdahale etme ve kendi reel faizlerini aşağı çekerek durgunluğu aşmaya çalışıyorlar.  Bu gelişmeler, geç kapitalistleşen ülkelerde de faiz indirimlerini kolaylaştırıyor. Ancak burada otomatik bir bağ bulunmuyor. Karlı mahreç arayışındaki sermayenin giriş ve çıkışları ile ülkenin örneğin kamu borç oranı gibi bazı makroekonomik göstergeleri ve bu göstergelerin siyasal projelere tahvili dolayımıyla bu eğilimin somuta dönüşüp dönüşmediğini görmeye çalışıyoruz.

Kur savaşları piyasaya sürekli müdahalenin gerçekleştiğinin, piyasaların sürekli olarak yeniden kurulduğunun ifadesi. Aynı zamanda krize verilen tepkinin yeni kriz koşulları ürettiğinin.

14 Ocak 2013 Pazartesi

Yunanistan: Borcunu öde, mali disipline sadık kal*


Uzun vadeye yayılan bir yeniden yapılandırma sayesinde, verilen tavize karşılık Yunan halkına on yıllar boyunca neoliberal politika uygulamalarının dayatılması öngörüldü. Avrupa Merkez Bankası ve Avro bölgesi devletleri her şeye rağmen Yunanistan’ın borçlarını ödemesini ve mali disipline sadık kalınmasını istiyorlar.



Yunanistan’daki borç krizi 2007-2009 uluslararası finansal krizinin kredi piyasasını daraltması ve borç/GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) oranı yüksek ülkelerin giderek daha zor borç çevrimi gerçekleştirmesinin sonucu olarak biçimlendi. Yunanistan örneği hem rakamlardaki aşırılık (Yunan borcunun büyüklüğü kadar, Avro bölgesi kurtarma paketleri ve fonlarının büyüklüğü de düşünülebilir) hem de toplumsal eylemlerin gücü vesilesiyle çokça tartışıldı.  2010 Mayıs’ı ve 2011 Temmuz’undaki kurtarma paketlerine karşın ekonominin gidişatında temel bir değişiklik söz konusu olmadı. Ülke bir ön devrimci durum yaşadı ancak bu süreklilik göstermedi.

Yunan halkına neoliberalizm dayatması
Ekonomisi yaklaşık beş yıldır daralan Yunanistan’da 2013’te de küçülmenin devam etmesi bekleniyor. Bu daralma kamu borcunun GSYİH’ye oranının bir türlü düşürülememesine neden olurken 2012 Mart’ındaki Yunan borç yapılandırması tarihin en büyük temerrüdüne dönüştü. Yaklaşık 265 milyar ABD doları değerindeki tahvilin nominal değeri üzerinden gerçekleşen yüzde 53,5’luk kesinti orta ve uzun vadedeki ödemeler dikkate alınarak yapılan bazı hesaplamalara göre bugünkü net değerde yüzde 70’lik bir kesintiye denk düşüyordu. Bu tarz bir yeniden yapılandırmanın uluslararası finansal kuruluşlar tarafından da kabul görmesi borcun tamamen silinmesi ihtimaline karşı bir kısmının ödenmesinin tercih edilmesi anlamına gelmekteydi. Uzun vadeye yayılan bir yeniden yapılandırma sayesinde, verilen tavize karşılık Yunan halkına on yıllar boyunca neoliberal politika uygulamalarının dayatılması öngörüldü.

Direniş sonuca ulaş(a)madı
Krize kadar yerleşikleşmiş görünen ve krizde çözülen Yeni Demokrasi (ND) ve Panhelenik Sosyalist Hareket’e (PASOK) dayalı iki partili sistem kadar uluslararası finansal aktörlere karşı da mücadele eden Yunan solu, henüz kemer sıkma politikalarına set çekebilmiş durumda değil. Yunanistan’ın borcunun esaslı bir şekilde azaltılmasını savunan ana muhalefet konumundaki SYRIZA 2012 seçimlerinde uluslararası finansal kuruluşlarla borç anlaşmalarını feshetmek ve sosyal kesintileri kaldırmak gibi vaatlerle büyük destek toplamıştı (6 Mayıs’ta % 16, 17 Haziran’da yüzde 26). Ancak Avro’dan çıkma konusundaki çekimserlik SYRIZA’nın programını zayıflatıyordu. Antikapitalist Yunan Sol Cephe (ANTARSYA) bu konumun karşısında AB ve Avro’yu terk etmeyi ve borçları ödememeyi savunurken, Komünist Parti AB karşıtı tutumuna rağmen parlamento kanalından vazgeçmeyeceğini açıklıyordu. Yunan solundaki her konudaki çok seslilik, daha somut bir ifadeyle borç krizinin aşılması, AB entegrasyonu, işçi sınıfı iktidarının nasıl gerçekleşeceği konusundaki anlaşmazlıklar bu kriz sürecinde çok büyük eylemliliklere ve muazzam desteğe karşın sonuca ulaşan bir direnişin gerçekleşememesine de katkıda bulunmuş gözüküyor.

Borç çevrimi için uluslar arası pazarlık
Yunan solunun, bu gücüne karşı uluslararası dayatmalara ve meclis aritmetiğine yenik düşmesi, bütçede 2016’ya kadar 18,5 milyar Avro’luk bir kesinti yapılmasının parlamento tarafından karara bağlanmasında kendisini tekrar açık etti. Ülkenin borç çevrimi ise birçok aktörün içinde yer aldığı uluslararası pazarlıklara ve Yunanistan’daki siyasal atmosfere bağlı olarak med cezir halinde. Avro Bölgesi Maliye Bakanları ve IMF (Uluslararası Para Fonu) toplantısı ile Kasım ayı sonunda Yunanistan’ın borç yükü yaklaşık olarak 40 milyar Avro azaltıldı. Aynı zamanda borcun vadesinin uzatılması ve borç sınırları konusunda hedeflerin gözden geçirilmesi (2020’de kamu borcunun GSYİH’ye oranının % 124 olması öngörülüyor) karara bağlandı. Kurtarma fonlarının bir diliminin daha serbest bırakılmasını takiben Yunanistan özel yatırımcılardan aldığı borçları ödeyeceğini, başka bir ifadeyle kamu borç kağıtlarını satın alma operasyonuna başlayacağını Kasım ayı sonunda duyurdu. Bu karar kredi derecelendirme kuruluşları tarafından seçici temerrüt (SD - selective default) olarak değerlendirildi ve Yunanistan’ın CCC olan notu Standard and Poor’s (SP) tarafından 5 Aralık’ta SD  seviyesine düşürüldü. Yunanistan hükümeti ise bugüne kadarki kurtarma paketlerinde öngörülen kredi diliminin geri kalan kısımlarını alabilmek için aynı zamanda bir koşul olarak öne sürülen geri satın alma operasyonu sayesinde finansal aktörlerden piyasa fiyatının üçte birine topladığı kağıtlarla yaklaşık olarak 20 milyar Avro’luk bir borçtan kurtulmuş oldu. Bu operasyonu takiben SP Yunanistan’ın kredi notunu B- seviyesine çekerek temerrütün geride kaldığını tescil etti ve Yunanistan’ın borçlarını ödeme kararlılığına ve Avro bölgesinden gelen desteğe atıfta bulundu.

Borçlar yeni borçla ödeniyor
Yunanistan’da gerçekleşen, Avro bölgesindeki devletlerden gelen yardım ve borçlarla bankalara olan borcun bir kısmının kapatılmasından ibaret. Ellerinde Yunan tahvili bulunan yatırımcıların görünürdeki zararı Yunanistan’ın borcunun ödenemez boyutlarda olmasından kaynaklanıyor. Bu süreci, takip eden kredi dilimlerinin serbest kalmasıyla rabıtalandıran Avrupa Merkez Bankası ve Avro bölgesi devletleri ise her şeye rağmen Yunanistan’ın borçlarını ödemesini ve mali disipline sadık kalınmasını istiyorlar.

* Bu yazı Sosyalist Yeniden Kuruluş İçin Siyaset Gazetesinin 1. sayısında yayımlanmıştır.