30 Aralık 2014 Salı

Syriza ve muhtemel borç konferansı

“Moorgate’ten devam edip Prince sokağına girdiğimizde konferans mekanına birkaç yüz metre kaldığını fark eden delegasyonumuzun en yaşlı üyesi bir kahve molası için durup dinlenme zamanı olup olmadığını sordu. Asık suratlı maliye bakanları ve bankacılarla toplantı salonuna girmeden önce pek vakit geçirmek istemediği her halinden belliydi. Belki de son kez notlarına bakıp silinmesi gereken borç miktarına ilişkin daha keskin cümleler kurmayı arzuluyordu.”

Böyle bir paragrafla başlayan bir anıyı birkaç yıl sonra Syriza’nın çağrısı sonrası ve borcun çevrilemezliği nedeniyle toplanırsa uluslararası borç konferansındaki Yunan delegasyonu temsilcilerinden birisinin kaleminden okuyabiliriz. Tarihin cilvesi ise bu hipotetik paragrafı 1953 yılında Alman delegasyonu başkanı Herman Abs’in yardımcılarından birisinin yazmış olmasının akla oldukça yatkın olması. Federal Almanya’nın dünya piyasalarına entegrasyonu sürecinde II. Dünya Savaşı sonrasındaki krediler kadar, Hitler dönemi ve öncesinden kalan borçların affının da görüşüldüğü 1952-3 Londra Borç Konferansı ağır borç yükü altında ezilen Küresel Güney ülkelerinde borç affının gerekliliği ve sunacağı olanakları anlatmak için faydalanılan tarihsel bir örnekti. Şimdi Syriza tarafından Almanya hükümetine karşı önemli bir propaganda kozu haline gelmiş durumda.

Tozlu raflardan örneklerin indirilmesi, başka bir çok göstergeyle birlikte Avrupa’da krizin sona ermediğini anlatıyor. İspanya’da Podemos ve Yunanistan’da Syriza gibi partilerin iktidar adaylığı ve buna verilen tepkiler oldukça sınırlı politik reform taleplerinin dahi parasal birlik açısından ve Avrupa finansal sisteminde büyük sarsıntılara neden olduğunu gösteriyor (öncü bir örnek için bkz.). Hatırlatmak gerekirse, Yunanistan’da kriz aşılmamış ancak borç yapılandırmaları ve kurtarma programıyla ertelenmişti. 2011’de dillendirilen % 21’lik borç kesintisi, kriz derinleşince 2012’de ortalama % 53,5’a fırlamış ve tarihin en büyük borç takasında 199 milyar avro kadar borç yeniden yapılandırılmıştı. Yunan borcunun neredeyse 100 milyar avro kadar hafiflemesi ekonomik çöküş nedeniyle yeterli değildi. Bu takasın sorunları ancak bir süreliğine erteleyebilmesinin önemli nedenlerinden biri takas nedeniyle büyük kayba uğrayan Yunan bankalarının kapitalizasyonu için yeniden borç bulunması gerekliliğiydi. Ekonomik daralma nedeniyle borç rakamları GSYH’ye oranla büyümeye davam etti (grafikten izlenebilir, hikayenin ayrıntıları için bkz.). Defalarca revize edilen öngörülen büyüme ve borç rakamları ile gelinen nokta (uluslararası finansal kuruluşların Yunanistan’da özelleştirme ve devletin ekonomik etkinliklerinin azaltılması sonrasında dibe vuran ekonominin canlanması umudu ile) sürekli yüksek faiz dışı fazlalar verilmesi koşuluyla 2020’de Yunan borcunun GSYH’nin % 120’sine çekilebileceği öngörüsüdür. Burada kemer sıkmanın işlemediği bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Belirtilen rakam 2009’da Papandreu’nun borç rakamlarında oynamalar olduğu gerekçesiyle üzerinden geçilerek tekrar açıklanan ve Yunanistan’da krizin başlangıcını simgeleyen rakamlardan sadece birkaç puan düşük görünüyor. Troyka (Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu) ve Yeni Demokrasi ile PASOK tam on yıllık bir kemer sıkma, yoksulluk ve aşağılamayı takiben Yunan halkına krizin başlangıcı seviyesine dönmeyi vaat ediyor.

25 Ocak'taki erken seçimde bu nedenlerle somut alternatif öneren Syriza’nın kazanma ihtimali yüksek. Syriza’nın vaatleri arasında borcu yeniden müzakereye açmak, borç ödemelerini ekonominin büyümesi şartına bağlamak, bütçeyi kamu yatırımları öncelikleriyle biçimlendirmek ve geniş bir sosyal yardım programı başlatmak bulunuyor. Bizzat ekonomik danışmanlarının da belirttiği üzere son derece sınırlı ve reformist talepler, ancak bunlar bile Avro Bölgesi içinde Troyka tarafından hoş karşılanmayacak ve büyük siyasi-ekonomik çalkantılara yol açacak gibi görünüyor.

Müzakere de mücadeledir veya Syriza’nın iki temel sorunu

Syriza’nın girişimleri çeşitli sorunlardan muzdarip. Borç konferansı çağrısı açısından iki temel sorun belirtmek mümkün görünüyor. Syriza temsilcileri tarafından gayet iyi bilinmesine karşın bu sorunlar çeşitli gerilimlerle birlikte taşınmaya devam ediyor. Başka bir ifadeyle gerçekçi olmak adına borcu yapılandırarak ödeme argümanı Syriza’nın politik programını daha baştan sınırlayan özellikler sergiliyor.

1) Borç konferansı’nın toplandığını varsayalım. Böyle bir müzakerenin başlaması dahi kemer sıkma politikalarına karşı mücadele veren Avrupalı emekçiler için büyük bir kazanım teşkil edecek. Ancak tam da bu nedenle Troyka’dan yükselen bir vaveylaya şahit olacağız. Kurtarma programları ve finansal istikrar fonu müdahalesiyle borcun sahiplik yapısı son iki yılda değişti. Yunan borcunun yaklaşık % 80’ine özel bankalar değil resmi kesim (offical
sector) sahip. Başka bir ifadeyle müzakere masasında ön saflarda IMF, Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa merkez bankaları sistemini temsil eden çeşitli Merkez Bankaları başkanları bulunacak. Denilebilir ki müzakere de mücadeledir ve bütün bu yapılara karşı mücadele edilmesi gerekli ancak birinci sorun Syriza’nın Avrupa Birliği ve Avro Bölgesi içinde kalma niyeti beyan ederek müzakere çağrısı yapması. Bu nedenle Syriza esasen muhatabın el üstünlüğünü kabul ederek bir çağrı gerçekleştiriyor. Üstelik borcun ödenmesini Yunan ekonomisinin büyümesi şartına bağlama önerisi, sermaye birikimi istikrarlı bir tempoya kavuşursa borç ödenebilir ifadesinin başka bir versiyonu olduğu için vaatin kendisi sermaye birikimi koşullarının hazırlanmasını Syriza’nın hedeflerinden birisi haline getiriyor.

2) Diğer sorun uluslararası konjonktür farkı. 1953’te kısmen özel sektör borcu da yapılandırılarak toplam borcunun yarısından fazlası silinen Federal Almanya’nın Sovyet Bloku karşısında bir sınır noktası olarak inkişafı ve uluslararası piyasalarla bütünleşmesi müttefiklerin ortak hedefiydi. Bu kritik gerekçe nedeniyle bir borç konferansının toplandığını ve borcun silindiğini belirtmek (borcu yapılandırarak ödemek isteyen Federal Alman hükümetinde cisimlenmiş siyasi iradeyi de hesaba katarak) mümkün görünüyor. Bugün ancak Avrupa çapında bir hayaletin dolaşması uluslararası bir borç konferansının toplanmasına ön ayak olacaktır. Bu politik farklılık Avrokratların nobranlığında görüldüğü gibi Yunan sosyalistlerinin ciddiye alınmamasına ya da en iyi ihtimalle AMB ve IMF’nin sulandırılmış yeni bir kurtarma paketi ile durumu geçiştirmesine yol açabilir. Bu ise Syriza’nın başından beri eleştirdiği kemer sıkma politikalarına kendini teslim etmesi ve küçük bir ölçüde genişletilmiş bir oyun alanını kabullenmesi anlamına gelecektir.

Nasıl bir yol?

Bir konferans toplanırsa Troyka'nın gürültüsüne karşı, toplanmazsa da bu borç sorunu karşısında Syriza’nın mutedil bir yol izlemeyeceğini (yönetim kademesine egemen olmuş pragmatizme karşın en geç seçim akşamında) açıklamasında fayda var. Elbette Syriza bu sorunların farkında, öyleyse bu program ve iç tutarsızlıklar ne anlama geliyor? Kısaca belirtmek gerekirse iktidar hazırlığı içindeki bir koalisyon olarak Syriza bir yandan somut önerilerde bulunmak bir yandan da kısa vadede toplumsal desteğini koruyacağı manevra alanına sahip olma arzusunda. Bu nedenle koalisyonun güç yitimi ve hatta dağılmasına yol açacak hayati tartışma gündemlerini elinden geldiğince erteliyor. 

Yunan sosyalistleri iktidar olmaları durumunda halihazırda vadesi dolmakta olan borçların ödenmesi sorunuyla kısa bir zaman içinde baş başa kalacaklar. Aynı zamanda yüksek işsizlik sorunuyla baş edecek ve en temel ihtiyaç maddelerinden bile mahrum bırakılan yoksulların ihtiyaçlarını gidermek için acil uygulamalara girişecekler. Bu nedenle Troyka’ya izahat yarışına girişmek durumunda kalmış görünüyorlar. Ancak ekonomik olduğu kadar askeri tehditlerin de gelebileceği Avro Bölgesi ve Avrupa Birliği kurumlarına karşı mücadelelerinin boyunlarına geçirilen ilmeği çıkarmak için olduğunu Avrupa halklarına anlatmaları gerekiyor. İki yıldır politik propaganda malzemesi olan, 1953’e atıfta bulunarak yapılan ve işlevsel hatta zekice duran uluslararası bir borç konferansı çağrısının Troyka ile ilişkilerin askıya alınması yolu-ihtimali güçlendirilerek yinelenmesinde fayda bulunuyor. 

17 Aralık 2014 Çarşamba

Küresel Kriz "Derinleşirken": Rusya Ekonomisi Çöktü!

Rusya ekonomisinde yaşanan dünkü çöküş, Rusya için derin bir ekonomik daralma sürecinin başlangıcı olacak. Bu yazıda (i) Rusya'daki çöküşü sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için, krizi uluslararası konjonktürün içine yerleştirmemiz gerektiği, (ii) Rusya krizinin nedenleri, (iii) Krizi tetikleyen petrol fiyatlarındaki düşüşün ABD komplosu olup olmadığını konuları üzerinde durarak, (iv) Rusya'daki çöküşün küresel krizin derinleşmesinin sonuçlarından biri olduğunu ileri süreceğim.

Küresel Krizin Derinleşmesi
Rusya krizini değerlendirirken, öncelikle bu krizin ortaya çıktığı küresel konjonktürü ve bu konjonktürün genel özelliklerini tespit edip, krizi bu bağlamda ele almamız gerekiyor. Güncel konjonktür ile ilgili Kriz Notları'ndaki önceki yazılarda belirttiğimiz üç noktayı hatırlatalım:
1. Kapitalizmin tarihindeki en önemli krizler arasında yer alan 2008 krizi henüz bitmedi, kriz sürüyor.
2. 2014 başında krizin (coğrafi) yayılması aşaması tamamlandı.
3. Önümüzdeki dönem krizin derinleşmesi aşamasına geçiyoruz.
Yukarıdaki tespitlerin gerekçelerini açıkladığımız önceki yazıda, bu yeni aşamanın ayırt edici özelliğinin "krizin yayılması değil derinleşmesi" olduğunu belirtmiştir. Derinleşme ile dünya genelinde kritik üretim üslerinin yavaşlamaya devam etmesine işaret ediyorum. Bu yavaşlama ise, 2015 ve sonrasında küresel bir resesyon yaşanması ihtimalini ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla Rusya'daki krizi sağlıklı ele alabilmemiz için kısaca özetlediğim bu konjonktür içinde değerlendirilmesini öneriyorum.

Rusya Krizi
2008 krizi Rus ekonomisini vurduğunda yaşanan yüzde 8'in üzerindeki daralmadan sonra, Rus ekonomisi 2010'dan itibaren düşük büyüme trendine girmiş ve 2013'e kadar ekonomik büyüme tempo kaybederek 2014'te resesyonun sınırına gelinmişti. Yani dün yaşananlar, zaten resesyonun eşiğinde olan bir ekonomide gerçekleşti.

Kaynak: http://goo.gl/YDy3TR

Çöküş ise hafta başına hızlandı. Ruble 2013'te dolara karşı zaten yüzde 50'ye varan değer kayıpları yaşamıştı. Ancak önceki gün sermaye çıkışlarının hızlanması üzerine, çıkışları engellemek için Rus Merkez Bankası faizi tek seferde 6.5 puan  birden artırarak yüzde 17 seviyesine çıkardı. Ancak bu faiz artışının etkisi sadece "iki dakika" sürdü ve merkez bankasının hamlesine karşın gün rublenin yüzde 15 değer kaybıyla sonlandı. Rusya'da iflas riskinin (cds) hızla artması üzerine sermaye çıkışları daha da hızlandı ve uluslararası finans kapital, parasını daha güvenli piyasalara park etmek üzerine harekete geçti. A. Yıldırım'ın özeti, bu sürecin görünürdeki nedenlerini açıklayıcı nitelikte:
"Rusya’da Batı’nın yaptırımları ve petrol düşüşü ile başlayan piyasa bozulması, faizin yükselmesi, ülkeden sermaye kaçışı, rublenin değer kaybı, borsanın sert düşüşü artık kendi kendini besleyen negatif bir sarmala döndü."

Çöküşün Nedenleri
Rusya'daki ekonomik çöküşün nedenleri üzerine düşündüğümüzde kuşkusuz ilk olarak petrol fiyatlarındaki düşüşün etkisi göze çarpıyor. Kamu gelirlerinin yarısını, ihracatının da üçte ikisini oluşturan petrol ve doğalgaz gelirleriyle finanse eden Rus ekonomisi için petrol fiyatlarının düşüşü kritik derecede önemli. Buna ek olarak Rus ekonomisi, dış politika alanında Ukrayna'daki kriz ile gerginleşen bir konjonktürden geçiyor. Dolaysıyla zaten resesyonun eşiğinde olan Rus ekonomisi için petrol fiyatlarının düşüşü ve Ukrayna krizi sonrasındaki ekonomik ambargo önlemleri, çöküşü hazırlayan görünür etkenlerdi. 

Kaynak: http://goo.gl/UJR5B0


Çöküşün Sonuçları
Rusya ekonomisindeki çöküşün gerek uluslararası siyaset açısından, gerekse dünya ekonomisi açısından kritik etkileri olacaktır. Ancak bunların dışında Rusya ekonomisinin kendisine baktığımızda 16 Aralık'taki çöküşün Rus ekonomisini derinden etkilemesi kaçınılmaz. 

Zaten petrol fiyatlarının 60 dolar düzeyinde gerçekleşmesi halinde 2015 için yüzde 5'lik bir daralma öngörülüyordu. Dünkü yaşanan gelişmeler sonrasında bu durumun daha da kötüleşeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha önemlisi, bu çöküşün borçların çevrilememesi sorununu gündeme getirmesi. Önümüzdeki 18 ay içinde Rusya'nın ödemesi gereken 138 milyar dolar borcun sadece yüzde 2'i kamuya ait, kalanı özel sektör üzerinde. Dolayısıyla kısa vadede kur şokunun ve faiz artışının maliyetleri artıracağı ve borçlanmanın giderek zorlaşacağı bir süreçte firma iflaslarının yaşanması kaçınılmaz.

Kaynak: http://goo.gl/oeV6P2

Petrol Fiyatlarındaki Düşüş ABD Komplosu Mu?
Rusya'daki çöküşün nedenleri üzerine öne çıkan açıklama, yaz aylarında 112 dolar olan petrol fiyatının Aralık itibariyle 60 doların altına gerilemesinin, ABD'nin dünya genelindeki hasımlarını zor duruma düşürmek için uyguladığı bilinçli bir stratejinin sonucu olduğu.

ABD'nin Moskova eski büyükelçisine göre ABD'nin uykuladığı ambargo ve ekonomik yaptırımların Rusya krizini tetikleyip tetiklemediği ile ilgili yaptığı yorumda "önlemlerin Rusya'daki belirsizliği artırdığına kuşku yok" diyor. Ancak bu konu aynı zamanda ABD iç politikası açısından da bir tartışma konusu haline gelmiş durumda. Cumhuriyetçiler, Rusya'daki çöküş ile ABD politikası arasındaki neden sonuç ilişkisinin zayıf olduğuna işaret ediyor. Ancak genel olarak Obama yönetimi, Rusya'daki krizin Putinizmin yanlış dış politikası tercihleri ve ekonomi yönetiminden kaynaklandığını ileri sürüyor. Konu, Rus medyasında ise "Rusya'daki rejimi değiştirmek isteyen Batı'nin bir komplosu" olarak algılanıyor.

Ancak uluslararası piyasada düşen sadece petrol fiyatları değil. Demir, altın ve gümüş gibi pek çok metanın fiyatları da düşüyor. Dolayısıyla petrol fiyatlarındaki düşüşü, bu genel trend içine yerleştirerek ele almalıyız. Böyle baktığımızda karşımızda beliren tablo, bu fiyat düşüşlerinin yaklaşan bir uluslararası resesyonun ön-belirtileri olduğudur.

Petrol Fiyatları Düşüşü "İyi Haber" Mi?
Petrol fiyatlarındaki düşüş, Rusya krizinin oluşumunda doğrudan etkili olduğuna göre, düşüşün nedenleri ve olası etkileri üzerinde biraz daha detaylı olarak durmakta fayda var. Buna göre ileri sürülen yaklaşımlardan ilki IMF'nin. Başkan Lagarde'a göre petrol fiyatları düşüşü "küresel ekonomi için iyi haber". ABD'deki teknolojiik gelişmeler sonucunda geniş petrol rezervlerinin kullanıma açılması sonucunda, petrol fiyatları üzerindeki ABD kökenli talebin azalmasının bu düşüşü getirdiği iddia ediliyor. Bu düşüşün sonucunda küresel düzeyde firma maliyetlerini azaltacağı ve bu yolla ekonomik büyüme temposunun yeniden artacağı ileri sürülüyor. 

Ancak tablo IMF'nin sunduğu kadar tek yönlü ve pozitif değil. Bu sürecin etkileri petrol ihracatçısı ve ithalatçısı ülkeler açsından değişiyor. Rusya ve Venezülla gibi ihracatçıların zor zamanlar yaşayacağı görülüyor. Ancak Suudi Arabistan'ın, petrol çıkarma maliyetleri çok düşük olduğundan, bu süreçten diğer ihracatçılar kadar çok etkilenmesi beklenmiyor. Buna karşın Avrupa Birliği, Çin, Japonya, Hindistan ve Türkiye gibi ithalatçılar açısından ilk bakışta fiyat düşüşleri maliyetleri azaltacağından pozitif etki varmış gibi görünüyor. Ancak burada da tablo göründüğü kadar net değil. 

Krizin Derinleşmesi: Deflasyon ve Resesyon Riskinin Artışı
Kısacası, petrol fiyatlarındaki düşüş IMF'nin işaret etttiğinin aksine küresel bir toparlanmanın değil, krizin derinleşmesinin bir görünümü olabilir. Bunun iki ayağı var: deflasyon ve resesyon risklerinin artışı.

Kaynak: http://goo.gl/Bf5NE2

Artan Deflasyon Riski
"İyi haber" senaryosunda petrol fiyatı düşüşünden olumlu etkilenecek ülkelerin büyük çoğunluğu aynı zamanda başka bir sorunla boğuşuyor, o da deflasyon. Başta belirttiğimiz gibi küresel krizin derinleşmesi konjonktürünün önemli bir özelliği önemli üretim üslerinde ekonomik büyüme temposunun yavaşlaması iken, diğeri de deflasyon riskinin giderek artması. Böyle bir konjonktürde fiyatların düşmesi, firmaları yatırımlarını, bireylerin tüketimlerini ertelemeye teşvik edebilir. Dolayısıyla petrol fiyatlarındaki düşüş, olumlu etkileri yanında deflasyonist riskleri daha da artırıcı etki yapabilir.

Küresel Resesyon Riskinin Artışı
Resmi tamamlamak için petrol fiyatlarının düşüşünün gerisinde yukarıda değindiğimiz arz yönlü etkilerin yanında, talepteki gelişmelere de bakmalıyız. Buna göre enerji talebinin düşmesi, ekonomik faaliyetlerin yavaşlamasının en önemli göstergelerinden biri. Enerji talebinin en büyük kısmı da petrol üretimi ile karşılanıyor. Dolayısıyla petrol fiyatlarındaki düşüş, küresel ekonomik yavaşlamanın bir ön-belirtisi olarak okunmalı. Bu bağlamda, petrol fiyatlarındaki düşüş ve ekonomik yaptırımlarla tetiklenen Rusya krizini, küresel ekonomik kriz derinleşirken ortaya çıkan semptomlardan biri olarak olarak görmek gerek.

Kısacası, Rusya krizi, 2015 için küresel toparlanma senaryosunun ne denli kırılgan olduğu ve petrol fiyatlarının düşüşü gibi küresel krizin derinleşmesinin ön-belirtilerinden birinin nelere yol açabileceğini gösterdi. 2015, bir ölçüde FED kararlarının yönüne bağlı olarak şekillenecek. Ancak genel gönümün büyük ölçüde Ocak 2014'ü anımsatıyor.

1 Kasım 2014 Cumartesi

Ekonomi Yönetiminde Sıkışma-II: Talih Bir Kez Daha Hükümetin Yüzüne Gülecek Mi?

Önceki yazıda, Türkiye ve dünya ekonomisindeki gelişmelerin sonucunda 2015 yılında bir yandan ekonomik büyümenin tempo kaybetmeye devam etmesi, diğer yandan da enflasyondaki artşın sürmesi senaryosunun kuvvetli bir ihtimal olarak karşımızda durduğuna işaret etmiştim. Bu gelişmeler sonucunda ekonomi yönetiminin hareket alanının daralabileceği ve  hükümet üzerinde ekonomik sorunların baskısının daha da artabileceği ihtimali üzerinde durmuştum. Bu yazının konusu, hükumetin elinde bu sıkışma tablosuna müdahale edebilmek için var olan seçeneklerin neler olabileceği. Uluslararası konjonktürdeki gelişmeler, hükümet açısından önceki yazıda işaret ettiğim olumsuz tabloyu dağıtabilir mi? sorusu, bu yazıda değineceğim ikinci konu olacak.

Hükümetin Önündeki Alternatifler
Hükümetin manevra kabiliyeti, para politikasındansa maliye politikası alanında daha geniş. Bunun nedeni merkez bankasının bağımsız olması ve hükumetin müdahalesi dışında olması değil, önümüzdeki konjonktürde para politikası ile yapılabileceklerin sınırlı olmasıdır. Ekonomideki olası bir kötüleşme karşısında hükumetin elindeki olanakları altı başlıkta toplayabiliriz. 

- İlki, kamu borcunun görece düşük olmasıdır. Kamu borcunun göreli  düşüklüğü, (a) kamu harcamalarını artırarak ekonomiyi canlandırma seçeneğinin kullanıma hazır olmasını, (b) daha düşük faizle borçlanabilmeyi, (c) bir dış şok karşısında ekonominin ani durmasına karşı istihdamın sert bir şekilde daralmasını bir süreliğine de olsa durdurmaya yarayacak önlemleri almayı, (d) özel sektörün karşılaşacağı bir borç sıkışması durumunda, bu borçlara devlet garantisi verilmesini mümkün kılacak bir alan yaratmaktadır.

- İkincisi, net hata ve noksan kaleminden gelen paranın sürmesidir. 2014'ün ilk 9 ayında "kaynağı bilinmeyen" para girişi 8 milyar doları aşmış durumda. Bu, özellikle cari açık sorununun hafifleterek hükumetin elini rahatlatıyor.

- Üçüncüsü, kıdem tazminatı ve işsizlik fonunda biriken paranın ekonomiyi canlandırma amaçlı kullanılması. Bu zaman zaman gündeme gelen ancak her seferinde güçlü bir direnişle karşılaşan bir seçenek. Ancak, işlerin kötüleşmesi durumunda bu fonların acil durum tedbirleri çerçevesinde devreye sokulması gündeme gelebilir.

- Kamu bankaları aracılığıyla kredi genişlemesinin sürdürülmesi bir değer seçenek. Hükumet, özellikle 2008 krizi sırasında, kamu bankalarının kriz dönemlerinde ne kadar işe yaradığını deneyimledi. Bankacılık sektöründeki kamu varlığı, önümüzdeki olası ekonomik sorunlarda da benzer amaçla kullanılacaktır.

- Özelleştirmelere hız vermek, bir diğer seçenek. 2014 yılında yeniden hızlanan ve şimdiden 10 milyar dolara ulaşan özelleştirme sürecinin 2015'te de sürmesi beklenmeli. Özellikle enerji sektörü ve termik santrallerin satılması gündemde.

- Son olarak, başta konut sektörü gibi kilit alanlar için olmak üzere vergi indirimi, kar garantisi ya da yatırım teşvikleri gibi araçlar, hükumetin kullanabileceği alternatifler arasında yer alıyor.

Ekonomik Sarsıntıyı Önlemeye Yeter Mi?
Ancak yukarıda sıralanan önlemlerin hemen hepsi tek atımlık silahlardır. Kamu mali disiplini, 2000’li yıllardaki neoliberal programın alamet-i farikalarından biriydi. Mevcut şartlar altında eğer bu ortadan kalkarsa, ne enflasyonu tutmak, ne bankacılık alanındaki düzenlemeleri sürdürebilmek ne de düşük bir faizle borçlanabilmek mümkün olacaktır. Dolayısıyla, ekonominin kötüye gitmesi durumunda hükumetin elinde seçenekler var. Ancak bu seçenekler, mevcut sorunların çözümünü değil, sadece olası ani çöküş durumunu yumuşatmaya yarayacaktır. Yoksa bu önlemler stagflasyonist eğilimleri ortadan kaldırmaz sadece bunları zamansal olarak ileriye erteleyebilir. 



Talih Bir Kez Daha Hükümetin Yüzüne Gülecek Mi?

Önceki yazıda ana hatlarıyla özetlediğim ve ekonomi yönetiminin sıkışması ile sonuçlanabilecek dünya ekonomisindeki gelişmelere, geçtiğimiz ay yenileri eklendi. Bu yeni gelişmeler, bir kez daha talihin (uluslararası konjonktürün) AKP'nin yüzüne gülmesine sebep olabilir. Bu gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz:

- Dünya ekonomisindeki yavaşlamanın bir sonucu olarak yaşanan petrol fiyatlarının düşüşü, hem hükumetin enflasyon ve cari açık açısından elini rahatlatacak, hem de faiz artışı yapmadan enflasyonun düşüşünü mümkün kılacağı için stagflasyonist gidişatın önünde tersine işleyen bir yavaşlatıcı olacaktır. 

- Hükümetin en çok bel bağladığı gelişmelerden biri, deflasyon ve resesyon tehdidi ile yüzyüze olan Avrupa'nın yeni bir parasal genişleme operasyonu başlatacak olması. Ekonomi Bakanı Zeybek bu durumu şöyle özetlemiş:
"ABD parasal daralmaya giderken, Avrupa Merkez Bankası, 'ben parasal genişlemeye gidebilirim' dedi ve şu anda gidiyor... Evet, Türkiye Fed'den etkilenecektir ama Avrupa Birliği'nden etkilenmesiyle, Fed'den negatif etkilenme nötrolize olacaktır, hatta artıya geçecektir. Yani Türkiye, bundan pozitif yönde etkilenecektir."
- Üçüncü ve en önemli gelişme FED'in faiz artışının zamanlamasına dair yaşandı. Buna göre FED daha önceden ilan ettiği gibi Ekim ayı sonunda, 2008 yılında başlayan bilanço genişlemesine dayanan para politikasını (QE) sonlandırdı. Ancak dünya ekonomisinde, ABD dışındaki önemli üretim üslerindeki yavaşlama nedeniyle, faiz artışında acele etmeyeceğini ima etti. Dolayısıyla, dünyanın geri kalanında ABD'ye doğru olması beklenen parasal hareketin bir süre daha ertelenmesi ihtimali gündeme geldi.

Sonuç: 2015 (Seçimi) İçin İşler Tıkırında (mı?)
Toparlamak gerekirse, iki yazının sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz:
- Dünya ekonomisi küresel ekonomik krizin derinleşmesi aşamasına girerken, Türkiye ekonomisi 2015 yılıyla birlikte ekonomi yönetiminin hareket alanının daraldığı bir konjonktüre girecek.
- Ancak petrol fiyatlarının düşüşü ya da FED'in faiz artırma kararının ertelenmesi gibi etkenlerle bu olumsuz konjonktürün etkileri hafifleyebilir.
- Bu hafifletici etkiler hükumete sadece zaman kazandırabilir.
- Ana doğrultunun ekonomik büyümenin yavaşlaması ve işsizlikteki artışın sürmesi biçiminde gerçekleşmesi kuvvetli olasılık.