20 Nisan 2014 Pazar

Yeni "Örtülü Ödenek" Mi Geliyor?

Şubat başında, olası krize hazırlık olarak hükümetin özel sektörün borcunu devralabileceğine işaret etmiştik. Dün (19 Nisan 2014) Resmi Gazete'de yayımlanan yönetmeliğe göre bu olasılık gerçekleşti. Artık özel sektör borçlarına Hazine garantisi getiriliyor. Peki, iki kritik seçim yaklaşırken bunun anlamı ne?

Seçimler ve Ekonomik Büyüme
Pek çok faktörün yanında, AKP'nin seçim başarılarına ekonomik büyümenin de olumlu katkı yaptığı biliniyor. Şimdi önümüzdeki iki seçimi ve hükümetin (artık Erdoğan'ın diye okumalı herhalde) ekonomik yavaşlamaya tahammülü olmadığını düşünürsek, bu adımlar sürpriz değil. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanabilecek herhangi bir aksiliğin ya da her şey yolunda giderse önümüzdeki yıl gerçekleşecek olan seçimler sürecinde iktidarın kaybedilmesinin, sadece iktidardan düşme değil, aynı zamanda bir dönemin yargılanması anlamına da gelebileceği biliniyor. Böyle bir durumda, ekonomik koşulların en azından hükümetin aleyhine çalışmayacak bir düzeyde tutulması hayati önem taşıyor.

Küresel Ekonomik Konjonktür ve Seçimler
Bu şartlar altında, genel olarak küresel ekonomik konjonktürün hükümetin aleyhine döndüğü söylenebilir. Gerçekten de 2008 krizinin üçüncü aşaması olarak görülebilecek olan yeni kriz dalgasının "yükselen piyasalar" olarak kodlanan ülkelerin vurması muhtemel. Bunun ilk işaretlerini Ocak 2014'te gördük. FED'in faiz artırımına başlayabileceği 2015 yılında ise muhtemelen Ocak 2014'teki dalgalanmanın devamını yaşayacağız.

Ancak küresel konjonktürün genel gidişatı bu şekildeyken, özellikle Avro Bölgesi'nde belirginleşen deflasyon riski, genel konjonktür açısından bir istisna olabilir. Eğer Avrupa Merkez Bankası, FED'e benzer bir miktarsal genişleme programı uygulamaya başlarsa, bu AKP açısından hesapta olmayan ama olumlu bir gelişme haline gelebilir. En azından 2015'e kadar ekonomik büyümenin yavaşlaması hızlanmayabilir. Geçtiğimiz hafta merkez bankası ve faizler üzerine yapılan tartışmalar hükümetin Avrupa'daki deflasyonu bir fırsat olarak kullanmaya hevesli olduğunu gösteriyor. Ancak belli ki, hükümet kaderini sadece Avrupa Merkez Bankası'nın kararlarına bağlamak istemiyor.

Özel Sektöre Hazine Garantisi
19 Nisan Cumartesi Resmi Gazete'de yayımlanan "Hazine Müsteşarlığı Tarafından Gerçekleştirilecek Borç Üstlenimi Hakkında Yönetmelik"in 4. maddesine göre, 1 milyar liranın üzerinde olan yap-işlet-devret projeleri ile Sağlık ve Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen 500 milyon doların üzerindeki proje borçlarına Hazine garantisi geliyor. Bunun geçmişteki uygulamadan farkı, büyük projelerin tamamlanamaması halinde Hazine'nin doğrudan devreye girerek, bu projeleri üstlenen şirketlerin borçlarının tamamını üstlenebilecek olması. Dolayısıyla bu yönetmelikle birlikte her fırsatta tamamlanmaları için ne gerekiyorsa yapacağını vurgulayan Erdoğan dediği yapmış oluyor.


Yeni "Örtülü Ödenek" Mi? 
Ancak bu uygulama, sadece bir hükümetin yaklaşan krize ve ekonomik yavaşlamaya karşı aldığı sıradan bir tedbir olmanın ötesinde bir anlam taşıyor. Bunun nedeni hangi projenin borcunun üstlenileceğine Bakanlar Kurulu'nun (yani Erdoğan'ın) karar verecek olması ve daha da önemlisi bu borcu üstlenilecek, yani kurtarılacak projelerin ve firmaların hangileri olduğunun kamuya açıklanmayacak olması.

Buna göre Yönetmeliğin 4. maddesinde, Bakanlar Kurulu şirketin borçlarının Hazine tarafından üstlenilip üstlenilmeyeceğine karar vereceği belirtilmiş. 5. maddede ise  "Bakanlar Kurulu karanın istihsalini müteakip borç üstlenim anlaşması imzalanır. İmzalanan borç üstlenim anlaşmaları Resmi Gazetede yayımlanmaz" denilmiş. Yani hangi projelerin destekleneceği gizli tutulmuş. Son olarak 6. maddede üst sınırın yenilenebileceği ve 7. maddede de Hazine'nin üstlendiği borçların "dış borç"olarak kaydedileceği belirtilmiş.

Sonuçta olan şu: bu büyük projeler için hepimizin ödediği vergilerle hem ihaleyle milyarlarca lira veriliyor, hem bunlar batınca yine vergilerimizle bu firmaların borcu üstleniliyor, hem de bu üstlenilen  projelerin hangileri olacağı kamuya açıklanmıyor!


3-5 Ağaç, 3. Köprü ve 3. Havaalanı
Hazine tarafından desteklenmesi muhtemel, yani batması muhtemel olan projeler hangileridir diye baktığımızda, başta 3. Köprü ve 3. Havaalanı olmak üzere, tartışmalı olan projelerin hemen hepsinin olduğunu görüyoruz. 

Geçtiğimiz yılın Haziran ayında yaşananların hafızası hala diri. Bu kolektif iradenin ve hafızanın, batması muhtemel bu projelere karşı doğayı savunması, tıpkı 3-5 ağaç meselesinde olduğu gibi, bir kez daha sadece doğayı savunmak anlamına gelmeyebilir.

3 Nisan 2014 Perşembe

AKP’nin Yeni Kurtarıcısı Avrupa'nın Krizi Mi Olacak?


Avro Bölgesi’nde son açıklanan enflasyon rakamları, Avrupa’da deflasyonun giderek artan bir risk olarak ortaya çıktığını gösterdi. Avrupa Birliği Merkez Bankası ise buna izin vermeyeceklerini ve ellerinde araçları kullanabileceklerini açıkladı. Bu gelişmeler, eğer yeni bir parasal genişleme dalgası ile sonuçlanırsa, devlet krizi ile sıkışmış olan AKP için bir hayat öpücüğü işlevi görebilir.

Dünyanın Krizi Türkiye İçin Fırsat Mı?
Küresel ekonominin eşitsiz ve bileşik yapısı çelişkilerle dolu. Dünyanın bir bölgesinde patlak veren ekonomik kriz, diğer bölgeleri aynı şekilde etkilemiyor. Özellikle birikimin tıkandığı coğrafya, aynı zamanda birikimin küresel merkezlerinden biri ise, durum daha da karmaşıklaşıyor. Bilindiği gibi 2008’den beri içinden geçmekte olduğumuz kriz ABD kökenli olarak ortaya çıktı. Ardından Avro Bölgesi krizi ile devam etti. Krizin nedenleri ve genel olarak sonuçlarını başka yerlerde tartışmıştık. Burada kısaca kapitalizmin önemli birikim merkezlerinde krize verilen tepkilerin Türkiye’nin büyümesi üzerine nasıl etkide bulunduğuna değinip, Avrupa’daki son enflasyon verisi üzerine ortaya çıkan deflasyon riskinin Türkiye ekonomisi üzerinde rahatlatıcı bir etki yaratabileceğine işaret edeceğim.

2001-2009 Arası
Ekonomik büyümeyi sadece yabancı para girişi gibi tek bir değişkenle açıklamak tabii ki yetersizdir. Ancak burada bir düşünce eksersizi olarak bu bağlantının izini sürersek ne görebiliriz gibi bir noktadan hareket ettim. Böyle bakınca Türkiye’de ekonomik büyümeyle sermaye girişleri arasında anlamlı bir bağlantı olduğunun bir sır olmadığını görürüz. Kısacası, ihracatın ithalata bağımlılığı, ekonomiyi sermaye girişlerine bağımlı kılıyor. Sermaye girişleri ise ülke içindeki faktörler kadar küresel konjonktür tarafından belirleniyor. Bunlardan ilki ikincisinin koşulu durumunda. Yani ülke içinde yerine getirilmesi gerekenler hayata geçmedikçe, küresel konjonktür olumlu seyretse bile o ülkeye eşdeğeri diğer ülkelerde görüldüğü büyüklükte sermaye girişi olmayabilir.

AKP'nin İcraatı
Bu bağlamda Türkiye’de 2001 krizi sonrası dönemde içeride hayata geçirilenler iki başlıkta toplanabilir. İlki, toplum üzerinde piyasa disiplininin hakim kılınması. Bu geniş bir başlık ve açıklamak için burası uygun değil ancak sadece iş yasasındaki değişimini örnek olarak alsak dahi yeterli olabilir. İş yasasının değişmesiyle birlikte esnek çalışma biçimlerinin hayata geçmesi, taşeron tipi iş görme usullerinin daha da yaygınlaşmasına ve güvencesizliğin genelleşmesine neden oldu. İkincisi de devletin yeniden organizasyonu idi. Bunun için merkez bankası bağımsızlaşması, özerk kurullar gibi kurumsal alanda yapılan değişimlerle piyasa disiplininin hakimiyeti için gerekli teknokratik uygulama çerçevesi belirlendi.

AKP'nin Talihi
Dış gelişmeler ise, ABD merkezli ekonomik genişleme dönemi çerçevesinde şekilleniyordu. Bu genişlemenin temeli, 1999-2000’de yaşanan daralmaya karşı FED’in faizleri hızla indirmesi yatıyordu. Bu hamle, ABD ekonomisi için hızlı bir ekonomik büyüme döneminin kapısını araladı ancak bu büyüme finansal genişlemeye dayandığı için oldukça kırılgan idi. Dünya ekonomisi açısından bu dönemin en temel özelliği ise, ABD’deki düşük faizler nedeniyle değerlenmek isteyen fonların ABD dışındaki coğrafyalara doğru hareket etmesiydi.

Dolayısıyla 2001-2008 arasında AKP’nin şansı yaver gitti diyebiliriz. Zira bu dış konjonktür olmasaydı, ne kadar içerde hayata geçirilenler önemli olsa da, yine de bu büyüme oranlarını yakalamak için gerekli olan sermaye girişi olmayabilirdi.

2009-2014 arası
Bu dönemde de dış konjonktür 2000 sonrası dönemi andırıyordu. Ancak 2008 krizi nedeniyle ABD’nin çok daha kuvvetli tepki vermesi, Türkiye ekonomisi açısından kriz öncesi eğilimin sürdürülmesini mümkün kıldı. Zira FED kriz sonrası faiz oranlarını neredeyse sıfırlamakla kalmadı, aynı zamanda miktarsal genişleme olarak bilinen, piyasaya sistematik olarak likidite sunulması uygulamasına girişti. Bunun etkisi 2000 sonrasına benzer bir şekilde gerçekleşti. Türkiye gibi ülkelere muazzam fon girişleri oldu. Ancak, kriz sonrasındaki bu atmosfer, dünya ekonomisinin genel olarak daralması ve büyüme oranlarının bir türlü toparlanamaması nedeniyle süreklilik arz edemedi. 2010 ve 2011 yılından sonra ekonomik büyüme temposu hızla daraldı.

Avrupa Birliği ve Türkiye
Ancak Türkiye ekonomisi açısından ABD’nin etkisi, genel küresel atmosferi etkilemesi dışında çok güçlü değil. Coğrafi olarak Türkiye ekonomisinin entegre olduğu bölge Avrupa. Örneğin Ocak 2014 itibariyle dış ticaretimizin yüzde 44’ünü Avrupa ülkeleri ile yapıyoruz. Dolayısıyla orada yaşanacak gelişmeler bizi yakından etkiler niteliktedir. Aşağıdaki Grafik’te, 2000’lerin başından itibaren Avro Bölgesi’nin ekonomik reel ekonomik büyümesi görülüyor. Buna göre Türkiye ekonomisi ile Avrupa’nın büyüme açısından aşağı yukarı birbiriyle paralel gittiği görülebilir.

Thomson Reuthers Data Stream, 2013 4.Çeğrek
Türkiye (mavi) ile Avro Bölgesi (kırmızı) Reel GSMH Büyümesi, Thomson Reuthers Data Stream, 2013 4.Çeyrek

Burada iki nokta önemli. İlki 2014 ile birlikte resesyondan yeni çıkan Avrupa’nın bu çıkışını sürdürebileceği şüpheli halde. İkincisi de bu şüpheli durum, aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi deflasyon riskinin belirmesiyle daha da bilinmez hale geliyor.

Avrupa’nın Deflasyonu AKP’nin Kurtarıcısı Olabilir Mi?
Bu noktada, Avrupa Birliği Merkez Bankası Başkanı Draghi’nin 3 Nisan’daki açıklamaları daha önemli hale geliyor. Zira Draghi,bu riski karşı "negatif faiz oranı uygulanması ihtimalini" dahi gündeme aldıklarını belirtti. Deflasyon kendi başına bir risk olmayabilir ancak böyle bir kriz konjonktüründe, ekonomik büyümenin yeniden durgunluğa dönüşmesini tetiklediği için tehlikeli. Zira Draghi en büyük endişesinin ne olduğu sorusuna ‘uzun süreli durgunluk’ yanıtını verdi.


Başlıkta sorduğumuz soruya gelirsek, AB Merkez Bankası'nın deflasyon riskine vereceği tepki, eğer ABD'de FED'in yapıtığına benzer bir miktarsal genişleme şeklinde olursa, bu Avrupa'daki fonların değerlenmek için Türkiye'ye akışını artırabilir. Önümüzde iki seçim olduğunu ve seçmenin oy tercihleri üzerinde yolsuzluk iddialarından çok ekonomik gidişatın önemli olduğunu düşünürsek bu gelişme AKP için bir hayat öpücüğü olabilir. Bu durum muhalif kesimler için ise, bir kez daha "kriz gelsin, hükümet düşsün" şeklindeki kolaycılığı bir kenara koymanın zorunluluğunun altını çiziyor.