13 Nisan 2016 Çarşamba

Küresel sistem, finansal adacıklar ve vergi cennetlerine karşı mı?*

Panama menşeli Mossack Fonseca hukuk firmasının dosyalarının hacker’lar tarafından ele geçirilmesi ve Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu’nun belgeleri inceleme çalışmaları sonrası offshore kelimesi bütün anlamlarıyla karşımıza dikildi. Bir yandan kıyıdan uzakta, kıyının ötesinde demek olan bu kelime öte yandan karadan doğru gelen anlamına sahip. Finansal terminolojide ise kendi vatandaşlarından çok başka ülkelerdeki yatırımcıların işlemlerinin yapıldığı, oradan gelen paranın işlendiği ve aktarıldığı yerleri tarif etmek için kullanılıyor. Offshore bu nedenle vergi cennetinden daha fazla bir anlama sahip, finansal sektör açısından önemli merkezlere işaret ediyor ve offshore yatırım bilgileri kişisel bilgiler olarak ele alınıp, gizleniyor.


Dünyanın offshorekonusunda ve varlık yönetiminde uzmanlaşmış en büyük dördüncü hukuk firması Mossack Fonseca, gazeteleri özel hayatın mahremiyetini ihlal ettikleri için uyararak tehdit etse de ortada kamuyu ilgilendiren büyük bir sorun var: Modern kapitalizmde servetini göz önünden kaçırma hukuken suç olarak kodlanmıyor ve offshore işlemler tamamen ulusal ve uluslararası hukuk sistemlerine uygun bir şekilde yürütülebiliyor; ancak vergi kaçırma, siyasal avantaj elde etmek için servet gizleme (Belgelerde 143 siyasal liderin ve yakınlarının finansal işlemleri tespit edildi) ve hatta kara para aklama işlemlerinin, yatırım tercihinde bulunma ve vergi avantajlarından yararlanma adı altında sürdürülebildiği bir kez daha kapsamlı bir şekilde görülmüş oldu.

Offshore finansal merkezler

Elbette, hacker’lar ellerindeki dosyaları seçici davranarak açıklamış olabilirler, ve arka planda devletler arası rekabetin izleri görülebilir. Ancak Küresel Kuzey dışındaki ülkelere odaklanmış bir şekilde bağlantıların tartışılmasının zeminini hazırladığı komplo kuramlarına itibar etmeksizin durumun değerlendirmesini yapmak mümkün. Servet gizleme ve vergi kaçırmanın ima ettiği kişisellikten uzak sistemik bir soruna işaret edilebilir. Başka bir ifadeyle sorun, kapitalizmin işleyişini ve sistemin geniş kitlelerin denetiminden uzak, ilk bakışta zenginlere ve az sayıda finansal aktör ve kuruluşlara ancak esasında küresel finansal sisteme ve sermayeye hizmet eden adacıklara ihtiyacını teşhir etmektir. İronik bir şekilde her daim bol güneşli resmedilen ancak düzenleyiciler açısından karanlıkta bırakılmış görünen bu adacıklar vergi ve düzenleme kolaylıkları sağlayarak ve finansal kuruluşlara kucak açarak küresel iş yoğunluğunun üzerinden geçtiği sinir ağları vazifesi görmektedir. Bu adacıkların kapitalist merkezlerden uzaklığı ve onlarla ilişkileri yaygın görüşün aksini işaret etmektedir. Örneğin küresel para stokunun yarısının offshore merkezlerdeki işlemlerden geçtiği tahmin edilmektedir.

Offshore kelimesi artık bu nedenlerle “sistemin merkezinde yer almakla birlikte denetimden uzak” anlamını da taşımaktadır. Örneğin özel bir yatırım fonu sermaye piyasası araçlarını yapılandırarak yeni yatırım olanakları geliştirirken, bunu, Avro Bölgesi kuralları ya da erken kapitalistleşmiş bir ülkenin finansal sektör denetleyicilerinden uzakta gerçekleştirebilmek için Panama ya da Britanya Virjin Adaları’na kayıtlı bir fonda gerçekleştirebilir. Çok sayıda şirket için düzenleme boşluklarından yararlanmak ve kurumlar vergisi yükünden kurtulmak vergi cennetlerinde kayıtlı görünerek ya da offshorefinansal merkezlerdeki çeşitli işlemlerle mümkündür. Ödenecek vergi sıfır ya da sıfıra yakın olduğu için bu yöntem ve Mossack Fonseca benzeri firmalardan danışmanlık ve hukuki destek almak şirket karlarını kaydadeğer bir şekilde yükseltmektedir.

Finansal mimari ve finansallaşma

Vergi oranları ve finansal sektörün düzenlenmesi her daim politik bir mesele olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrasında Küresel Kuzey’de finansal sektörü dizginleme düşüncesinin günümüze oranla çok sayıda sınırlamayı devreye koyduğunu söylemek mümkündür. Özellikle 1970’lerden itibaren çokuluslu şirketler ve bankaların düzenlemelerin arkasından dolanarak kar elde etmesinin aracı olan offshore merkezler küresel finansal sistemin aktörlerinin geniş toplumsal kesimlerin denetiminden mümkün olduğunca uzakta iş yapmak istemesi sonucunda günümüzdeki gelişkin biçimini almıştır. Ancak burada bir ek yapmak da gereklidir. Vergi Adaleti Ağı Finansal Gizlilik Endeksine göre bilgi paylaşımının yokluğu, finansal sektör bilançoları denetimsizliği ve kayıt altına almada sorunlar dikkate alındığında dünya kapitalizminin merkezleri de tropikal mevsime sahip adalar olarak karikatürleştirilen offshoremerkezlerle yarışabilir durumdadır. Örneğin Birleşik Devletler, Japonya ve Birleşik Krallık bu endekste başa güreşmektedir. Kapitalist merkezlerde paravan şirket kurma ve vergi kaçırma kolaylığındaki artış aynı zamanda Panama belgelerinde Küresel Kuzey’de kayıtlı olması beklenenden daha az adresin tespitinin de arkasında yatmaktadır. Kısaca, finansal aktörlerin neoliberalizm sürecinde düzenleyici boşluklardan yararlanmak üzere başlattığı kuralsızlaştırma saldırısı ile offshore merkezlerin gelişmesi daha büyük bir dönüşümün parçasıdır. Söz konusu dönüşüm 40 yıllık bir süreye yayılmakla birlikte daha ziyade 2007-2009 uluslararası finansal krizi ve takip eden aşamalarında çokça tartışılan kavramı kullanarak finansallaşma olarak adlandırılabilir. Siyasal alanda bu dönüşümün eşlikçisi ise düzenleyici otoritelerin ve devletlerin finansallaşmasıdır, başka bir ifadeyle finansal sektörün denetiminin gevşekleştirilmesi, sektörün risk ve kayıplarının devlet eliyle toplumsallaştırılması ve nihai olarak politika yapım süreçlerinde finansal sektörün gündem ve standartlarının referans noktası teşkil etmesidir.

Geçtiğimiz hafta 2. Baskısı yayımlanan Ümit Akçay’la birlikte kaleme aldığımız Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş adlı kitabımızda ele aldığımız üzere finansal yenilikler ve menkul kıymetleştirmenin zemininde yükseldiği yeni finansal mimari piyasaya duyulan sarsılmaz güvenle birlikte finansal oyuncular ve yatırımlarının denetiminin kapalı devre bir sistem içinde gerçekleşmesine neden olmuştur. Finansal sektörün denetimi finansal yeniliklerin hızı nedeniyle zorlaşırken, düzenleme boşlukları şirket karlarını arttırıcı şekilde sermaye çevreleri tarafından daha fazla kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde Küresel Kuzey’de gölge bankalar, bankacılık hizmetlerini düzenleyici otoritelerin gözü önünde ama onların denetiminden azade temin etmektedirler; offshore merkezler ise bu nitelemenin bir benzerini hak etmektedir. Küresel sistemin kıyısında ya da açığında görünmekle birlikte göbeğine yerleşmiş konumdadırlar. Bu nedenle Panama belgelerini sistemin karanlık noktalarında iş tutanların bilgileri olarak değil küresel finansal sistemin has unsuru offshore merkezler ve vergi cennetlerine dair veriler olarak görmek faydalı olacaktır.  

* Bu yazı Evrensel Gazetesi Pazar ekinde 10 Nisan 2016'da yayımlanmıştır.

12 Nisan 2016 Salı

İtalya’da finansal riskleri üstlenen devlet ve yeni banka kurtarma fonu

İtalya banka kurtarma operasyonuyla gündemde kalmaya devam ediyor. 2008 ve 2009’da çöken büyüme oranları ve fırlayan işsizlikle birlikte borç çevrimi sorunu konuşulur olmuş, Avrupa Merkez Bankası’nın Doğrudan Parasal İşlemler duyurusu sonrası 2012 Eylül’ünden itibaren tahvil getirisinde düşüş görülmüş ancak ne işsizlik oranı azaltılabilmiş ne de ekonomik büyüme toparlanmıştı. Ekonomi 2012-2014 aralığında daralmaya devam etti ve ancak 2015 sonunda hasıla artışı gözlendi. 


Sorunun temel kaynağını emek piyasası katılığı ve yüksek kamu borçlanması olarak gören politikacılar her iki cephede de reformlara karşın orta vadede istedikleri sonuçlara henüz ulaşamadılar. Söz konusu sonuçsuzluk emek piyasası reformlarının ya da kemer sıkma önlemlerinin hayata geçirilememesi olarak okunmamalı. Tam tersine Beş Yıldız hareketinin yükselişine ve çok sayıda sokak gösterisine zemin hazırlayan bu politika önlemleri büyük ölçüde hayata geçirildi. Örneğin Matteo Renzi öncülüğündeki koalisyon Aralık 2014’te haklı gerekçe olmaksızın işten çıkarma durumunda her türlü işveren yükümlülüğünü ortadan kaldırdı. “Kalıcı istihdam” başlığıyla pazarlansa da bu esnekleşme genç işsizliğinin geçen yıl yüzde 40 civarında seyrettiği ülkede istihdamı arttırma adı altında geçici ve esnek istihdamın daha da yaygınlaştırılacağını gösteriyor (OECD ve Eurostat verilerinden türettiğim ilk grafikte sağ eksende işsizlik rakamları ve sol eksende brüt kamu borcu takip edilebilir).

Özellikle teknokrat Monti hükümetiyle derinleşen kemer sıkma önlemleri ise kamu borç rakamları ele alındığında bizi diğer çuvallamaya götürüyor.  Brüt borcun hasılaya oranı İtalya’da son yedi yıl içinde yüzde 20 civarında arttı. Bu nedenlerle İtalya’da 2015 sonundaki 160 milyar avro’luk yatırım planı, borcu resmi hesaplarda göstermemek üzere büyük hissedarının İtalyan Devleti olduğu, kalkınma bankası hüviyetindeki Cassa depositi e prestiti Group (CDP) devreye sokularak tasarlandı. Ancak bankanın işletmelere ve altyapı yatırımlarına vereceği desteğin ekonomiye katkısı kısa ve orta vadede belirsiz. Üstelik bu yatırımların sonuçlarını bekleyecek zamana sahip olmayan siyaset yapıcılar bankacılık sektörünün girdiği darboğazı kısa sürede (tarih vermek gerekirse UniCredit'i de beraberinde dibe çekecek Vicenza'nın 2 milyarlık sermaye artırımının son tarihi 18 Nisan ve birkaç haftada tetiklenebilecek şirket iflasları öncesinde) aşmak zorundalar.

Bankaların sorunu

İtalya’da çok sayıda bankanın takipteki kredilerindeki artışın arka planı kısaca resesyon. Avro Bölgesi’nde piyasa dostu reformlar ve kemer sıkma uygulamalarının, emek maliyetlerinde çok sert bir düşüş olmadığı (ya da geçmişte sağlanan bir düşüşün üzerine bu politikalar bindirilmediği) müddetçe yeni sermaye yatırımlarını teşvik etmekte yetersiz kaldığı biliniyor. Ortadaki kısır döngü aşılamıyor.

Financial Times’ın haberine göre 2015 son çeyreğinde İtalya’da büyük bankaların hisselerinde hatırı sayılır düşüşler gözlendi. Baz olarak Ekim 2015 alındığında takip eden dört aylık süre zarfında Banca Popolare ve UniCredit’teki düşüş yüzde 40’ı buldu. Banca Monte dei Paschi di Siena’da ise yüzde 60’ı! Takipteki kredilerin oranının 2008’den 2015 başında kadar düzenli artışının sonucu olarak bankaların tahsil edemedikleri alacaklar 2015 yılı sonunda 360 milyar avro’yu (Hasılanın ya da bankaların toplam kredilerinin beşte birine yaklaşan bir rakam) bulmuştu. Hisselerdeki sert düşüşün arkasında bu gelişme ve kısmen takipteki kredilerin artışının getirisi olarak finansal olmayan şirketlere verilen kredilerin 2012’den 2015’in son çeyreğine kadar (bir önceki yılın aynı dönemine oranla) sürekli düşüşü yatıyor (bkz. The Economist’ten aktardığım aşağıdaki grafik - bu oran sol eksende ve mavi çizgiyle takip edilebilirken, sağ eksende görülen takipteki krediler oranı 2015'te %18'e dayandı).


Kurtarma girişimleri: neden özel bir fon?

Bu düşüş ve bankacılık sektöründeki darboğaz uzun süre devam edemeyeceği için çeşitli kurtarma planları devreye sokuldu. 2016 Ocak ayında Avrupa Birliği ve İtalya arasında varılan anlaşma ile devlet garantileri sağlanarak piyasa fiyatları üzerinden takipteki kredilerin özel yatırımcılara satışına izin verildi. Burada piyasa fiyatlandırmasındaki referans benzer borçlar için öngörülen kredi temerrüt takas puanları olacaktı. Bankaların borçlarının doğrudan kamuya aktarılmasından daha dolaylı bir yöntemin uygulanmasıyla aslında sadece en ödenebilir görünen dilimlere devlet garantisi verilecek ve borç, kağıt üzerinde kamu borcu olarak gözükmeyecekti. İtalyan Maliye Bakanı Pier Carlo Padoan kamuya maliyeti olmayan bir müdahaleden bahsetse de takipteki kredilerin ödenmemesi durumunda hatırı sayılır bir yükün bütçeye ekleneceği açık.

Bu önlemin bankacılık sektörüne yeterince zaman tanımayabileceği düşüncesi 11 Nisan Pazartesi gecesi bir banka kurtarma fonunun oluşturulması planının onaylanmasına neden oldu. İlk açıklamalarda 5 milyar avro’luk bir hacimden bahsedilse de bu fonun işleyişi ve girişeceği finansal operasyonlar ayrıntılandırılmaya devam ediyor. İtalyan Başbakanı’nın karar üzerine mutluluğunu dile getirdiği fon, CDP katılımıyla devlet desteğine rağmen, ilk açıklamalara göre esasen özel yatırımcıların ve finansal kuruluşların bir araya gelmesi ile oluşturuluyor. Atlanteisimli fon sermaye yeterliliği sorunu yaşayan bankalara destek olarak takipteki kredi sorununun tam teşekküllü bir bankacılık krizine dönüşmesini engellemeyi amaçlıyor.

Neden varlık yönetim şirketleri, bankalar ve devlet kontrolündeki bir finansal kuruluş bir araya gelerek böyle bir fon oluşturuyor sorusu ise yine İtalya’nın içinde yer aldığı çıkmazlara bağlı olarak cevaplanmalı. Öncelikli sorun % 130’u aşan borç oranı ve borcu parasallaştırma seçeneğinin yokluğu karşısında devletin finansal sektörü kurtarma kapasitesinin de aşınmakta olması ve doğrudan kayıp üstlenmenin getireceği siyasi yıpranma. İkincisi ise (Ocak başında Avrupa Birliği ve İtalya arasındaki pazarlıkların da gerekçesi olan) Avro Bölgesi krizi başlangıcında tartışılmış ve kabul edilmiş düzenlemelerle finansal sektör kurtarma girişimlerinde devlet bütçesinden aktarımlara sınırlamaların getirilmiş olması. Avrupa Komisyonu “yük paylaşımı” konusunda düzenlemelerle (devlet desteğini dışlamamasına karşın) finansal yeniden yapılandırma ya da bankacılık sektörü kurtarma operasyonlarında öncelikle finansal sektör kaynaklarının devreye sokulmasını ve devlet kaynaklarının hakkaniyet çerçevesinde yük paylaşımına konu olmasını öngörüyor. Ancak bu düzenlemeler devletin bankaların tamamını ya da hisselerin bir kısmını devralması, ya da kapitalizasyon için kamu kaynaklarının kullanımının ne zaman tam anlamıyla söz konusu olacağı hususunda belirsizlikler taşımaya devam ediyor. Bu iki neden, Padoan gözetiminde bir araya gelen ve Renzi’yi mutlu eden finansal aktörlerin çabalarını açıklıyor.

Toparlayacak olursak İtalya’da resesyon hem kamu borç rakamlarında kötüleşmeye hem de esnekleşme doğrultusundaki emek piyasası düzenlemelerinin eksiksiz hayata geçirilmesine karşın işsizliğin düşürülememesine neden oldu. Bu ortamda bankaların girdiği darboğazda imdada koşan devlet, borcu arttırmadan garantiler sunarak (riski kısmen üstlenerek) ve finansal sektör temsilcileri ile işbirliği içinde sektörü kurtarmaya çalışıyor. Banka kurtarma fonu etkisiz kalır ve gidişat devletin deus ex machina olarak sahneye çıkmasını gerekli kılarsa bunun İtalya siyasetinde yaratacağı deprem ve Avrupa Birliği düzenlemelerine vuracağı darbe çok ses getirecektir.

11 Nisan 2016 Pazartesi

Merkez Bankası'na Yeni Başkan: Faizler Düşecek Mi?

Uzun süredir merak edilen Merkez Bankası başkanının kim olacağı sorusunun yanıtı belli oldu: Murat Çetinkaya. Çetinkaya'nın atanma kararı Bakanlar Kurulu'nda imzaya açıldı ve olağanüstü bir gelişme olmazsa atama gerçekleşecek. Banka içinden yapılacak atmayla göreve gelecek olan Çetinkaya''nın nasıl bir başkanlık yapacağını göreceğiz. Her ne kadar köken olarak katılım bankacılığından gelse de ilk izlenim olarak atamada Babacan-Şimşek çizgisi hakim gibi. Yani Çetinkaya'nın muhafazakar bir başkanlık çizgisi izlemesi muhtemel.

AKP'nin Tarafı
Ekonomi ile ilgili kritik karar anlarında politika oluştururken AKP'nin tereddütsüz bir şekilde piyasa gerçeklerine göre hareket ettiği ve bu gerçeklerin de büyük sermaye yanlısı kararlar almayı beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Örneğin, 2001 krizinin darmaduman ettiği siyasi atmosferde yapılan 2002 seçimlerine gidilirken iki ana görüş vardı. 
"MÜSİAD, “IMF ile sürdürülen ekonomi programı gereği uygulanan sıkı para politikasından vazgeçilmesini, Merkez Bankası'nın bağımsızlığına son verilmesini, acilen para basılmasını, enflasyonla mücadelenin gevşetilmesini, borç ötelemeden korkulmamasını” önermektedir. Buna karşılık TÜSİAD, “programa devam edilmesini, sıkı para politikasının sürmesini, Merkez Bankası bağımsızlığının korunmasını, asla karşılıksız para basılmamasını, borç erteleme gibi bir konunun gündeme dahi alınmamasını ve enflasyonla mücadelenin sürdürülmesini” istemekteydi (Akçay, 2009, 260)."
AKP, iktidar olduktan sonra, her ne kadar siyasi olarak MÜSİAD’a yakın olsa da, ekonomi programı olarak TÜSİAD’ın önerilerinin dışına çıkmamış, merkez bankası yasasının değiştirilmeyeceğini, bankanın bağımsız statüsünün korunacağını ve IMF ile ilişkilerin bozulmadan sürdürüleceğini açıklamıştı.

Ekonomi Yönetiminde Koalisyon
Ancak AKP'nin ekonomi yönetimi hiçbir zaman homojen olmamıştır. Her ne kadar TÜSİAD çizgisi ekonomi politikalarına hakim rengi verse de, farklı sermaye fraksiyonlarının talepleri her zaman ekonomi yönetiminde temsil edilmiştir. Tipik olarak, Maliye Bakanlığı ve Hazine ortodoks ekonomi politikalarından yana iken, daha çok dış ticaret konularıyla görevlendirilen Ekonomi Bakanlığı ya da Enerji Bakanlığı gibi kurumlar farklı sermaye fraksiyonlarının taleplerine her zaman daha fazla duyarlı olmuştur. 64. hükümetin ekonomi yönetimine baktığımızda da bu koalisyon özelliğinin sürdüğünü görebiliriz

Merkez Bankacılığı ve Kriz
Merkez bankaları, neoliberal dönemde gerek Türkiye'de gerekse dünyada muhafazakar ekolden gelenler tarafından yönetilmiştir. Kural temelli, enflasyonu düşürmeyi hedefleyen ve sıkı para politikası uygulayacak şekilde dizayn edilmiştir. Özellikle sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği ve ülke ekonomilerinin finansal akımlara olan duyarlılığının arttığı finansallaşma sürecinde, merkez bankalarının bağımsızlığı, sürecin ayrılmaz bir parçası olarak hayata geçirildi. Ancak 2008'de patlak veren ve halen derinleşerek süren küresel ekonomik krizle birlikte dünya genelinde ana-akım merkez bankacılığı uygulamaları sorgulanmaya başlandı. 

Krizden çıkış için para politikasının yegane araç olarak görülmesi, geleneksel olmayan para politikaları uygulamalarıyla krize çözüm aranması sonucunu beraberinde getirdi. Ancak 8 yıl sonra duruma baktığımızda, başladığımız yerin çok uzağında değiliz. Krizin geride bırakıldığı ve güçlü ekonomik büyümenin görüldüğü bir dünya ekonomisi mevcut değil. Hem de bu sefer merkez bankalarının elinde krize müdahale edecek faiz aracı ya da miktarsal genişleme gibi araçlar da tükenmiş durumda. Bu anlamda negatif faiz uygulaması, kriz karşısında uygulanan para politikası ve merkez bankacılığının iflası anlamına geliyor.



Yeni Başkan Faiz İndirir Mi?
Böyle bir ortamda Türkiye ekonomisi, ekonomik büyümenin tempo kaybettiği ve büyümenin giderek daha fazla iç talep olanaklarına bağlı olarak şekillendiği bir konjonktürün içinden geçiyor. Bir bakıma dünya ekonomisi ve ABD açısından krizin sürmesi, Türkiye ekonomisi açısından düşük de olsa ekonomik büyümenin sürdürülmesinin koşulu haline gelmiş durumda. Esas olarak FED'in para politikasını takip ederek kararlar alan TCMB, önümüzdeki dönemde faizleri indirmek için bir aralık bulabilir. Ancak bu siyasetçilerin istekleri nedeniyle değil ekonomik koşulların zorlamasıyla olacaktır.

8 Nisan 2016 Cuma

Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş - İkinci Baskı İçin Okuyucuya Not

Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği kitabımızın ikinci baskısı çıktı. Kitapta okuyucuların ilk baskı ile ikinci arasındaki değişikleri daha kolay izleyebilmesi için bir not hazırlamıştık, buradan da duyuralım istedik. İyi okumalar!

***

Elinizdeki kitabın ilk baskısı 2014 yılının Mart ayında yayımlandı. Kitabı okuyan ve eleştirilerini ileten dostlarımız ve hocalarımızın önerilerini dikkate alarak ikinci baskı için çalışmayı güncellerken özellikle hem yakın dönemdeki gelişmeleri özlü bir şekilde içermek hem de kitabın genel yapısını bozmamak hedeflerimizi tutturmak istedik. İkinci baskı için hazırladığımız bu not ile hem ilk baskıyı okuyanlar, hem de kitabı ilk kez mevcut haliyle okuyacaklar için yaptığımız değişiklikleri sıralamanın okuyucu açısından kolaylaştırıcı olacağını düşündük.

Aynı Kalanlar:
Bu amaçla özellikle krizin oluşumu, kriz teorileri ve ABD’deki gelişmeler (1. Bölüm) ve kriz sonrası politika tepkilerinin önceki krizlerle karşılaştırılması ve değerlendirilmesi (3. Bölüm) ile ilgili bölümlerde büyük oranda ifade sıkıntılarını gidermek ve kitabın yaklaşımını destekleyen eklemeler yapmakla uğraştık. 

Geliştirilenler:
Avro Bölgesi’nde yaşanan (2. Bölüm) kamu borç krizi / parasal birlik krizi aynı zamanda bir bankacılık sorununa dönüştü ve daha da çetrefil hale geldi. Çok sayıda ülkede farklı zamanlamalarla verilen benzer politika tepkilerini – özellikle kemer sıkma programları ve emek piyasası reformları ancak aynı zamanda bankacılık sektörü düzenlemeleri – ve gelişmeleri kitabın odaklandığı altı ülkede ayrı ayrı ele almaya devam ettik ve bu kısımları güncelledik.



İkinci Baskıda Yeni Eklenenler
Kitabın ilk baskısının son ana bölümü (4. Bölüm) küresel kapitalizmin yakın geleceğine ilişkin beklenti ve olasılıkları tartışıyordu. Bu baskıda kitabın son bölümünün başlığını değiştirmeden koruduk ama içeriğini tamamen yeniledik. Bu yenilemede özellikle 2014 sonrası küresel krizin seyri ile ilgili önemli bulduğumuz gelişmelere yer verdik. Bu bölümde yer verdiğimiz konular arasında, 
(i) küresel krizin üçüncü aşamasına geçilip geçilmediği tartışması, 
(ii) 2016 yılında ABD’de yeni bir resesyon riskinin olup olmadığı, 
(iii) Avrupa’da 2016 başında finansal istikrarsızlığın halen sürmesine bir örnek olarak sentetik CoCo Tahvilleri etrafında yaşanan son çalkantılar ve 
(iv) en son Japonya tarafından uygulanmaya başlanan negatif faiz politikasının hem küresel krizin seryri, hem de merkez bankacılık uygulamaları açısından anlamını gibi gelişmeler var. 
Bu gelişmeleri ele aldıktan sonra ABD, Avro Bölgesi, Çin ve geç kapitalistleşen ülkelerde özellikle son birkaç yıldaki dinamikleri inceleyerek küresel kapitalizmin seyrine ilişkin bir öngörü sunduk.

Dördüncü bölümün ikinci kısmında ilk baskıda olduğu gibi küresel ölçekte yaşanan değişimleri Türkiye ekonomisindeki gelişmeler ve politika tepkileriyle bağlantılandırdık ve alt bölümün son kısmını yeniledik. Bu kısımda, küresel krizin üçüncü aşamasında Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu açmazlar ve sorunları ele alarak, en son 64. Hükümet’in bu sorunlarla başa çıkmak için uygulamaya koyduğu ekonomi programını değerlendirdik.


İlk baskıda, krizin ortaya çıkışında etkili olan finansal mimarinin 2008 çöküşü sonrasında da bu ağırlığını korunduğunu ve bunun küresel finansal sistemde yeni çöküş yada iflaslara yol açabileceğini, gelişmiş kapitalist ülkelerde deflasyon ihtimalinin gücünü koruduğunu, Avro Bölgesi’ndeki krizin geride kalmadığını ve Yunan borç sorununun tekrar gündeme geleceğini, küresel krizin özellikle geç kapitalistleşen ülkelerdeki finansal çalkantılarla ve ekonomik yavaşlama ile derinleştiğini ve Türkiye’nin de bu süreçten muaf olmadığını belirtmiştik. 

Bu baskıda da kurumsal yapılanma ile politik tercih ve yönelimlerin yarattığı çıkmaz ve karmaşanın çözümlenmesinden krizin seyrini açıklamak için faydalanmaya devam ettik. Eleştirel siyasal iktisat birikiminden yararlanarak yaptığımız bu tercihin bizi doğru öngörülere sevk ettiğini düşünüyor; ilk baskı okuyucularına ve dostlarımıza tekrar teşekkür ediyoruz.